Yaz bitti, pastırma yazı mı var?
Son günlerde 30 Ağustos etkinlikleri ve devir teslim törenleri nedeniyle sık sık askeri davetler var Ankara'da. Bu davetlerde gazeteciler, sanki uzun yaz tatili sonrası okulun ilk gününde arkadaşlarına kavuşan ortaokul öğrencileri gibi birbirlerine soruyor: "Nasıl geçti tatil?" ya da "Yanmışsın, tatilde neredeydin?" Gerçekten de Ağustos ayı, son derece "Avrupai" bir havada "ölü" geçti Ankara'da. Oysa yaz başında siyaset camiasındaki "Bu yaz çok sıcak geçecek" diye fısıldıyordu herkes. Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz ve Rahşan Ecevit'in başı çektiği "oluşumlar" ile muhalefet partilerinin hükümete yükleneceği, "sistem" denilen müesses nizam'ın Tayyip Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmasını engellemek için "düğmeye basması" bekleniyordu. Ancak yaz, hiç de beklendiği gibi "sıcak" geçmedi buralarda. Tam tersine Başbakan Erdoğan dahil tüm siyasi aktörler rahat bir tatil yapabildi Ağustos ayında. İşte tam bu rehavet ortamında gelen askeri resepsiyonlar ve sert mesajlar, bir anda tüm Ankara'yı derin siesta'dan uyandırdı. Bugünlerde herkesin ağzında aynı soru: "Yeni dönem nasıl olacak?", "Orgeneral Büyükanıt, Kara Kuvvetleri devir teslim törenindeki tavizsiz üslubunu Genelkurmay Başkanı olarak nasıl sürdürecek?" Ve daha da önemlisi, "Tüm bunların sonbaharda başlayacak Çankaya meydan muharebeleri için anlamı ne?" Ankara, zaman zaman metaforlar ve klişeler arasında sıkışan bir şehir. Siyasetten söz ederken kullanılan "buzlar eridi", "soğuk rüzgarlar esti", "mesaj verildi", "tansiyon indi" ya da "tansiyon yükseldi" gibi klişeler, bazen kişi ve kurumlar arasındaki gerçek dinamiği algılamamızı engelliyor. Gerçek, bizim gazetecilik jargonunda aktarmaya çalıştığımız siyah-beyaz fotoğraftan daha renkli, daha komplike, daha çapraşık ya da çelişkili olabiliyor. Bu yüzden de Yaşar Paşa ve "yeni dönem" konusunda geleceğe yönelik yapılan spekülasyonların çoğu, "erken teşhis" niteliğinde. Ancak tereddüt götürmeyen bir durum var. Hem Yaşar Paşa hem de Kara Kuvvetleri makamına oturan Orgeneral İlker Başbuğ, ayrılan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ten farklı bir üslup ve tehdit algılamasına sahip. Nasıl mı? Yeni Genelkurmay başkanı konuşmasında üç kez "Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman bu kadar büyük tehditle karşı karşıya kalmamıştı" dedi. Cumhuriyeti korumayı temel görevlerinden biri olarak gören bir komutanın ruh halini yansıtması açısından önemli bir cümle bu. Yaşar Paşa, orduyu cumhuriyet değerlerinin "güçlü muhafızı" olarak tanımladı. Yeni Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Paşa da TSK'nın cumhuriyetin yapısını korumakta "taraf" olduğunu vurgulayarak hükümet üyelerini biraz şaşırtan netlikte bir dil kullandı. Ayrılan Genelkurmay Başkanı'nın felsefi dozu yüksek veda konuşmasında ise benim dikkatimi çeken en önemli cümle "Anayasal bütünlüğün ve laik rejimin koruyucusu Türk ulusunun kendisidir. Türk halkı olayları yakından takip etmeli, bölücü ve irticai hareketlere karşı demokratik tepkisini ortaya koymalıdır. Bu iki tehdit ancak bu şekilde sonlandırılabilir." Orgeneral Özkök, veda konuşmasında, irticai ve bölücü tehdide karşı toplumun demokratik tepkisini öne çıkaran bir vurgu yaptı. Yeni Genelkurmay Başkanı ise, cumhuriyet değerlerini korumada TSK'nın anayasal rolünün altını çizdi. Bu nüans kuşkusuz önemli. TSK'da daha sesli" bir döneme girdik. Ancak henüz bunun siyasi yansımalarını okumak için çok erken Türk Silahlı Kuvvetleri'nde yeni dönem, sistem içinde Tayyip Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkması karşısında gelişen cepheyi yüreklendirecek mi? Erdoğan'a karşı şekillenen kamuoyu, önümüzdeki aylarda daha etkin ve enerjik bir platform yaratabilecek mi? Yoksa siyasetin dışında kalmaya özen gösteren asker, iç güvenlik ve Cumhuriyetin temel ilkeleri konusunda kırmızı çizgilerini çektikten sonra, iç siyaset dengelerini kendi dinamiğine mi bırakacak?
|