Bir yangının külü
Şimdi size bir hikâye anlatacağım. Adı "hikâye" ama, doğrudur. Şöyle 5-6 yıl öncesinden... Hikâyeliği ise, isim vermeyeceğimden. Çünkü anı olsun, kayıt olsun, polemik olsun diye değil; hakikaten hikâye olsun diye anlatıyorum. Kıssadan hisse için, çocuklara ibret için mesela! Öyle acı acı gülümseyerek. Bir zamanlar "pes be" diye isyan etmiş öfkeden geriye sadece bir yangının külleri kalmış biçimde, işte öyle.
Bir hükümet vardır. Bir de medya. Bugünkü gibi. Ve bugünkü gibi, cayır cayırdır ormanlar. Öyle bir beldedir ki, "Medyacık" oralarda bir takım "başka sektör" işleri de kovalamaktadır. Daha da doğrusu ve iyisi ile irisi; "Medyacık" ın o sıradaki hükümetten sırf bir ilçeye, beldeye, yöreye, limana filan sığan değil, oralardan da taşan beklentileri vardır. Ne olur? Yangın olur, biz yangına gideriz. Gazeteci için yangının kendisi önemli, yangın varken yangın söndürme uçaklarının ne yaptığı sorusu daha da önemlidir. Orman cayır cayırken, anlaşılır ki iki uçak havalanmamıştır bile. Nerededir? Hangarda. Neden? Çünkü yangının alevlerinin büyüklüğü karşısında küçük bir meblağ olan paraları yatırılmamıştır. Şöyle: Hükümet o uçaklarla ilgili ödemeyi yapmamış, uçakları getiren aracı şirket de uçakları kaldırmamıştır. Alevler dağ taş yürümekte, TV ekranlarından da olsa, tüm sıcaklığını ve şiddetini ve duman duman hüznü her köşeye taşımaktadır. Gazeteciler, gazetecidir ya, şu haberi yaparlar; bir klasik olaraktan adeta: "Dağ taş yanıyor, uçaklar yatıyor!"
Bakın, haberi yaparlar, yani hazırlarlar, yazarlar, taraflarla konuşurlar, uçakların yattığını tespit ederler; yangın zaten kendini aşırı tespit ettirmiştir. Sonra ne yaparlar? Sayfalarını çizerler, fotoğrafları yerleştirirler, başlıkları atarlar, manşeti oturturlar. Yangın ile uçak rezaleti ertesi gün bu şekilde yayınlanmaya hazırdır. Sonra yangın yakmaya, uçaklar yatmaya devam eder. Daha yangın kontrol altına alınmadan haber kontrol altına alınır! Cayır cayır yanarken ormanlar, hükümetin en etkili, yetkili şahsiyetlerinden biri işi gücü bırakıp haberi yakmaya soyunur. Daha doğrusu giyinir! "Çıkmayan haber" den nasıl "haber"i olmuştur? Muammadır yahut "içeriden" sızdırılmıştır! Onun üstüne, işte haberin o halinden haberi dahi olmayan patronu filan arar, onun şeyi, şunun busu filan; O haber gazetede o haliyle çıkmaz, çıkamaz; yangın yakmaya, uçaklar (bugünkü gibi) yatmaya devam eder. Maalesef bağrımızdaki esaslı bir yangın da şudur: Bu sansür için çırpınanlar bu ülkede demokrat devlet adamıdır. Sansürü kabul eden ve uygulatan medyacık sahipleri filan basın özgürlüğüne aşıktır. Bu gündelikçi ve miyop yamukluklardan ötürü esas sorunlar devamlı gizlenir ve buna da şeffaflık denir. Nice meslektaş bu sansürlerle hiçbir şey olmamış gibi yaşayıp gideriz, büyük büyük laflar ederiz! Ve ağaçlar, yemyeşilden kızıla kaçıp ardından simsiyah bir ceset olurken dahi, insanoğlunun kaypaklığına akıl sır erdiremez; sessizce ama "bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine" ölür. Bu hikâyeyi, çok değerin hikâye olduğu memlekette, hakikaten yiğitçe yangına koşturan herkese saygıyla anlatmış olayım. Sonra da, müsaadenizle, yarın zaten yazı yokken, Dipsiz Kuyu'nun kapağını bir haftalık kapatayım. Şair, "Sen yanmasan, ben yanmasam..." derken ağaçları kastetmemişti; sizin, bizim hikâyemizdi o!
|