|
|
|
|
|
|
Adaleti arayan emekli savcı
Mete Göktürk, emekli Cumhuriyet Savcısı. 1981'de idam edilen Veysel Güney'in infaz gecesine tanık oldu. İdamlardan, Şemdinli soruşturmasına kadar her yerde adaletin siyaset güdümünde kaldığını söylüyor.
Adaleti göremeyen savcı
Mete Göktürk, 'yargı bağımsız değil' dediği için hakkında dava açılmış bir Cumhuriyet savcısı. Anılarını topladığı kitabında Veysel Güney'in son anlarını yazdı, idamındaki şüphelerini dile getirdi.
Haziran 1981'de idam edilen Veysel Güney'in mezarı 25 yıl boyunca bir devlet sırrı olarak kaldı, tıpkı idam kararının verilmesi gibi. Güney'in infaz edildiği gün Cumhuriyet Savcısı olan Mete Göktürk, anılarını topladığı Adaleti Gördünüz mü? Adlı kitabında infaz gecesini de anlattı. Göktürk'le kuşku duyduğu idam kararını ve olağanüstü koşullarda alınan hukuk dışı kararları konuştuk. - Kitabınızda Veysel Güney'in idamının yanlış bir karar olduğuna dair kuşkularınızdan bahsediyorsunuz. Nedir kuşkulandıklarınız? - Bu olay sıkıyönetim mahkemelerinin görevine giriyordu, dolayısıyla soruşturma ve yargılama aşamaları sıkıyönetim mahkemelerinin görevi. Benim yaptığım orada Sıkıyönetim Mahkemesi savcısı olmadığı için delillerin kaybolmaması adına ilk bulguları toplamak ve evrakı mahkemeye göndermek. Çatışmadan sonra ortada iki ölü vardı birisi Veysel'in arkadaşı (Ali İhsan Özer) öbürü de bir teğmen. Ölüm muayenesi yapıldı, eşkaller belirlendi. Mermi, tabanca ne varsa emanete atıldı. Bir iki gün sonra da Veysel Güney'in ağır hasta olduğunu söylediler, ben de hastaneye gittim ve ilk ifadesini almaya çalıştım. Alamadım çünkü konuşacak halde değildi, dediği tek şey 'Benim silahım yoktu ben yapmadım,' oldu. Yargılanma kısa sürdü ve acaba yargılanma adil oldu mu diye düşündüm. Ben maksadımı aşmak istemem ama bulgularla, mahkemenin verdiği karar şüphe uyandırıyor. Öte taraftan o dönemde askerlere karşı işlenen suçlarda çok hasas davranılıyordu. - Davayı izlemediniz ama sonra davanın gidişatını merak ettiniz mi? Dava Adana'da görülüyordu, yetkim yoktu. Zaten olağanüstü bir dönem yaşanıyordu. İnceleyeyim diyemezdim ama haksız uygulamalar olduğunu da gördüm. Veysel'in son arzusu babasına bir mektup yazmaktı, yazdığı mektup örgüt propagandası olabileceği gerekçesiyle dava dosyasına kondu. Suçu ne olursa olsun ölüme giden bir insanın son isteği yerine getirilir. - 12 Eylül'den sonra idamlar alelacele yerine getirildi, mesela Erdal Eren'in idamında olduğu gibi hukuki eleştiriler yapıldı... - İşte bu yargının siyasetten bağımsız olmamasının tipik bir örneği. Hukukta mesela şüphenin sanık lehine kullanılması öngörülür, oysa olağanüstü dönemlerde bunun tam tersi süreç işlendi. Ceza bir tedbir olmaktan çıktı. Düşünün Sıkıyönetim Mahkemesi'nin başkanı bir asker, yürütmenin başında bir asker var, onlar komuta zincirine göre çalışıyor. Bu insanların bağımsız, yansız davranmış olabileceğini düşünebilir misiniz?
SUÇ YOK AMA CEZA VAR - Bahsi geçen davaların yeniden görülme ihtimali var mı? - Çok zor, yargılamanın yenilenmesi için usulen aşılması gereken süreçler vardır: Yargıçların yanlı davrandığının tespit edilmesi, şahısta hata yapılması gibi hataların tespiti gerekir. - Bunlar asıl olarak sanığın avukatının uğraşması gereken şeyler sanırım. - Varsa tabii. O dönem Veysel'in dahil kimsenin avukatı olduğunu sanmıyorum. Bugün bile yargıçların avukata suç ortağı gözüyle baktığı düşünülürse, olağanüstü dönemdeki avukatların yerinde herhalde kimse olmak istemezdi. Bir dönemi sorgulamak gerekir. Bu yapılmadı. Mesela 12 Eylül döneminde gözaltında ölen insanlar var. O insanların hangi suçu işlediği ve o suça karşı nasıl bir cezai müeyyide düşünülmüş olabilir ki? Ortada yargı yok, suçlama yok ama adam hayatını kaybediyor, işkenceyi yapanlardan yargı önünde hesap soruldu mu? Aradan 25 yıl geçti, zaman aşımı diye bir şey de var. Ancak Meclis, o dönemi kınayan bir karar alabilir, Anayasa'da o dönemi koruyan yasa maddelerinin değiştirilmesi konusunda karar alınabilir, bu en azından aynı olayların tekrar yaşanmaması konusunda bir tedbirdir. Dediğimiz şeyler zaman içinde oluyor. Mesela eskiden Nazım Hikmet'in adı yalnızca küfür edilirken ağıza alınırdı, şimdi politik görüşü ne olursa olsun bütün insanların kabul ettiği bir isim. Aynı şey Deniz Gezmiş ve arkadaşları için de geçerli. Onlar yalnızca örgüt üyesiydi, bir öldürme olayına karışmamışlardı, aradan 35 yıl geçti hâlâ onların isimleri anılıyor. Keza Adnan Menderes... Siyasal iktidarlar böyle tasarruflarda bulunsa da toplumun yargı kararına rağmen belleğinde o kararları geçersiz kılar. - Zaten kitabınızda yargının siyasallaşmasına da ayrı bir yer ayırmışsınız. -Yargının siyasallaşmaması diye bir şey olmaz aslında. Yargı, yürütme ve yasanın ayrı güçler olması gerektiği düşünülmüş. Yargıyı belirleyen yürütmedir, yargının hareket alanını yürütme belirler. Yargının günlük politikalardan, yürütmenin tasarruflarından bağımsız olması gerekir. Yassıada Mahkemeleri'ne bakın. Sonradan kurulmuş bir mahkeme, mahkeme üyeleri isim isim belirlenerek atanmış. Denizler THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) üyesi, tamam ortada bir suç var ama orada işlenen hata, isnat edilen suçla verilen ceza arasındaki dengesizlik var. Sizi gasp etmeye çalışan bir çocuğu çekip tabancanızla vuruyorsunuz ardından da meşru müdafa yaptım diyemezsiniz. Suçun bir ölçüsü olmalı. Devletin idamlarda yaptığı bu. Başka bir örnek Devlet Güvenlik Mahkemeleri. O kadar gerekli kurumdu da neden kaldırıldı. - İstanbul DGM Savcılığı da yaptınız. O dönem açmaza düştüğünüz olmadı mı? - Olmaz mı? Ben dört yıl savcılık yaptım, zaten çalışma zorunluluğu da dört yıldı. Ben orada neredeyse sanık avukatı durumunda kaldım. Adam polisten 40 sayfalık bir ifadeyle geliyor, ifadeyi okuyorsunuz o ifadeyi veren adamın ya şizofren ya da büyük baskı altında olduğunu düşünürsünüz. Ben ifade aldığımda suçsuzum demek dışında bir şey söylemiyorlar. O adam polisin fezlekesine dayanılarak tutuklanıyor, o zaman bizim ne hükmümüz var ki? Bir polis bir cezaevi yeter.
DÜZENİ DEĞİŞTİRMEK - Şemdinli olaylarına ilişkin soruşturma açan Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya'nın görevden ihraç edilmesi örneği var. Bu da örnek olabilir mi? Hukuk devletinde olmaması gereken gelişmeler. Orada Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ayrıcalıklı bir konumda olduğu ortaya çıktı. Demokrasinin tanımı bildiğim kadarıyla sivillerin askerlere emir vermesidir. Görevden alınma gerekçelernden birisi olarak davanın yanlış açıldığı söyleniyor. Biz 100 dava açalım 50'si mahkumiyetle sonuçlanırsa diğer 50 davanın yanlış olduğu anlamına gelmez ki bu... Yasa diyor ki; delil ve emare bulursan dava açacaksın, mahkeme kararını verecek. Sarıkaya mesleğinin temel görevini yerine getirmiş. HSYK (Hakim ve Savcılar Yüksek kurulu) kararları bir de Askeri Şur'a kararları yargı denetiminin dışında tutulur. Yani Sarıkaya'nın kendini temize çıkarma şansı bile yok. - Yıllarca savcılık yaptınız şimdi emeklisiniz ve bir hukuk adamı olarak hukukun iyi işlemediğinden bahsediyorsunuz, bu mesleği seçtiğiniz için pişman mısınız? - Aslında Hukuk Fakültesi'ne gitmek benim tercihim değildi. Kafamda hukuk adamı olayım gibi bir şey yoktu. - 1967'de Türkiye İşçi Partisi'nden istifa etmişsiniz. Bu kararı nasıl aldınız? - Savcılık stajına başlayacaktım, bir taraftan düzeni değiştirmek için mücadele ediyorsunuz bir yandan da düzenin adamı olacağım kaygısı vardı.
NUH KÖKLÜ
|
|
|
|
|
|
|
|
|