Yapma evlat!
"Çocuklarını öldürebilen ana, babalar" ülkesinde, "ana, baba katili evlatlar" meselesi de korkunçtur. Bir süre önce kabaca son bir yılın bu nevi olaylarını sıralamıştım. Ne çoktu. İşte iki vaka daha, en çılgın, "en cinnet", en taammüden ve en felaket halleriyle karşımıza çıkıverdi. Bir anne, babanın ve çocuklarının mesela, böyle haberleri gazete yahut TV ekranında paylaşmaları zordur. "Başka dünyaların canileri" gibi gelirler önce; oysa, içimizdedirler, aramızdadırlar ve "cinayet" ten, "vahşet" ten muhtemelen bir gün, bazen bir kaç saat öncesine kadar, çoğumuzdan acaba ne kadar farklıdırlar?
"Bir rüya görüp" de "namus temizlemek üzere", anne, baba, abla, ağabey katleden bir genç nasıl yetişmiştir bu dünyada, tam burada, bu memlekette? Muhtemelen, bir yığın "hakiki" namus temizleme hikayeleri dinleyerek. Dikkat çeken bir ailedir ilk bakışta bile. Okumamış iki erkek çocuğun arasından üniversiteye uzanabilmiş bir abla. Konu komşunun ne kadar canını sıkmıştır kim bilir; erkekler neler söylemiş, kadınlar kim bilir nasıl söylenmiştir. Bir gün, bir başka gün, mesela üç ekmek alan biri, kardeşin kulağına neler üflemiştir. O üfürük nasıl bir rüyaya, kabusa, cinnete dönüşmüştür? Dinar'ı bilir misiniz? Dinarlılar anlatsın daha iyi; muhafazakarlığın aldığı çeşitli biçimleri. Ama muhafazakarlık neden insanı katil, hele hele maaile katili yapsın ki! "Ekmek büfesinde ekmeğini çıkaran" bir genci, ayağındaki sorun yüzünden askerliğe gidememek mi ezer acaba; ailenin tamamına düşman kılar? Askerlik hatırası fotolu bir ağabey ve üniversiteli abla ile onları belki daha çok kayırmış ana ile baba. En büyük çocuğu 25 yaşında olan 43 yaşındaki bir anne var orada. Artık yok yani. 18'inde doğurmuş. Yani, küçük oğlunun kendi canını aldığı yaştan da iki yaş küçükken, anne olup evlat yetiştirmeye başlamış. O evde, rüyadan öteye bir hikaye daha, büyük bir nefret tohumu olmalı. Olmalı ki, çoğumuz irkildikten sonra, "Bu bize çok yabancı" deyip rahatlamalıyız! 14'lük, 17'lik, 18'lik gelinler, ilk bebelerini emzirirken, rahatlamalı. Çok farklı, çok başka, bambaşka, "anormal" oldukları kanıtlanmalı!
F. Ü. İse kendi hikayesini anlatıyor. Annesini, sevgisiyle birlikte çarşafla boğmuş. "İstenmeyen, terk edilen bir bebek" büyümüş de katil olmuş, ona göre. Yaş 16, yanlış anlamayın. 16 yaşa sığanlara bir bakın: Terk edilen çocuk, ayrılan anne baba, 14 yaşında imam nikahı. 15 yaşında doğum. Bir yaşında bir bebek. 16'sında kocayla ayrılık ve kocanın arkadaşıyla bir hayat. Annenin, "ben ölmeden satamaz" şerhi koyduğu bir ev. Ve anne katli ile cezaevi. Hangi hikaye annenin öldürülmesini mazur kılabilir, diyelim. Tamam, diyelim. Ama işte bazı hikayeler var ki, çocuklukta, 14'ünde, 16'sında böyle yazılıyor. Bu ülkede milyonlara ne kadar yabancı, ne kadar uzak, ne kadar istisnai; siz söyleyin. Bilemezsiniz, yakıştıramazsınız, ama bir gün orada bir çocuk, az büyüyor ve katil oluyor. Hem de nasıl! Oysa az önce size ekmek satmıştı, daha dün babasının elini öpmüş, annesinin kaynattığı tencereden doymuştu. Siz daha demincek, onu şuradan geçerken görmüştünüz. Yılmaz Ağabey'e: Şu günler böyle Yılmaz Abi. Şimdi de seni uğurluyoruz. "Dededen beri meslek dostu" diyeyim. Gazetede odama uğrayışlarını yad edeyim. Her defasında, "Bana güvenip şöyle şöyle yazdırmıştın" diyen vefanla mahcup edişini hatırlayayım. Sonra, izninle az utanayım: Çünkü, daha geçenlerde, daha çok yakında son kitabını aldıktan hemen sonra telefonda titreyen ama yine sımsıcak sesinle "Bak bir oku, sen iki satır yazarsan, benim için bambaşka" deyişini kulaklarımda tutayım. Güle güle Yılmaz Çetiner.
|