Ummanda mutfak derdi olmaz!
Teknede mönü planlaması yapılırken öğle yemeklerinde 'annemin mutfağı' akşam yemeklerinde ise 'babamın meze sofrası' anlayışı hâkimdir. Teknedeki yaşam bunu zorunlu kılar
Bizim yarımadanın denizle sevdası yeni başlamıştır. Yoksa, Anadolu'dan çıkan, içinde dayanılmaz bir keşif içgüdüsü ile kendisini Umman'a atan atalarımız olurdu. Oysa denizlerle ilişkimiz daha ziyade bir fütuhat temasına dayanmış. Tamam o da önemliydi. Ama sözünü ettiğimiz o değil. Türkler üç tarafı denizlerle çevrili bir vatanın çevresine merak duymamışlar. Ne birey ne de toplum ölçeğinde. Seyredip iç çekmekle yetinmişler: Derdimi attım Umman'a diye! Şimdi, daha çok yenilerde bir kıpırdanma başladı. Marinalar, yarışlar. Sonra dünya seyahatleri. Bütün bunların gelecekte yelken sayısını artıracağı kuşkusuz. Toplumun çok ilgisini çeken denizcilerimiz Sadun Boro ve Osman Atasoy'dan sonra her kesimin ilgiyle izlediği Rahmi Koç'un bir dizi yelken ve seyahat tasavvurunu tetiklediğini daha şimdiden görüyoruz. SABAH Gazetesi'nin destek verdiği Açık Deniz Yat Yarışları da geçen hafta sonuçlandı. Bu ödüllendirmelerin de toplum ölçeğinde denize merakı özendirdiği açık. Bakın daha geçen ay, aynı meraklara hitap eden bir kitap ulaştı elimize. Deniz Tutkunlarına Tekne Sofraları kitabının yazarı Deniz Gürsoy. Oğlak Yayınları'ndan yayınlanmış. 290 sayfa. Yiyecek içecek sahasına meraklı yazar Gürsoy, giriş yazısına Yahya Kemal'in bir dörtlüğü ile başlamış. Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapayalnız, Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız, Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!.. İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.
DONANMA YEMEKLERİ Arkadan, bizdeki denizcilerin mutfak tarihi geliyor: Barbaros Hayrettin Paşa'nın anılarında gemici yemeği olarak 'manca'dan söz edilir. Ama bunun ne olduğu açıklanmaz. Osmanlı Donanması'ndaki gemilerde ilk mutfak teşkilatı 1793 yılında kurulmuştur. Osmanlı Donanması'nın peksimet ihtiyacını Gelibolu'dan karşıladığı bilinmektedir. Bugün, peksimeti bir bardak suya banıp yerler. Aksi halde peksimet diş kıracak kadar serttir. Osmanlı Donanması gemilerinde de yiyecek-içecek konusuna çok önem verildiğini tarihçi Turgut Kut'un araştırmalarına dayanarak biliyoruz. Turgut Kut, 15 sayfalık Bahriye Sofracılarına Mahsus Talimat adlı kitapçıktan yola çıkarak, Osmanlı Donanması'ndaki gemilerde, bugünün modern sofralarında bulunması gereken her şeyin yer aldığını aktarıyor. Ertuğrul Fırkateyni sofra takımları arasında cam ve kristal tabaklar, kase, sürahi, rakı, şarap, şampanya ve konyak kadehlerinin bulunmasının bunun kanıtı olduğunu söylüyor. Ayrıca beyaz şarabın yeşil renkli bardaklarda sunulduğu et, balık, çorba için ayrı ayrı servisler bulunduğu; elma, armut gibi meyvelerin de bahriye sofralarında çatal bıçakla soyularak yendiği ortaya çıkıyor. Bu arada Gürsoy'un kitabı sayesinde bir adeti öğreniyoruz: Osmanlı Bahriyesi'nde günde iki öğün (kuşluk ve akşam) yemek geleneğinden kalan bu alışkanlık, bugün Deniz Kuvvetlerimizde de sürdürülmektedir. Mürettebat, öğle hangi yemeği yediyse akşam da aynı yemeği yemektedir! Deniz üzerinde kolayca yapılabilecek, her bütçeye uygun, çok sıhhatli, fevkalade lezzetli bir öğle yemeği tarifini de Deniz Gürsoy'un kitabından sunuyoruz.
|