| |
|
|
Orda bir köy var uzakta
Mardin ovasının kavurucu sıcağında, kıl çadırın altı "püfür, püfür." Çadır "keçi kılından." Yağmur sızdırmıyor, sıcak geçirmiyor. Dumluca köylüleri evlerindeki halı, kilim, minder ve yastıkları çadıra sermişler. "Başköşeyi" bize ayırmışlar.
Çevrede koyunlar, kuzular. Koşuşan çocuklar... Koyun güden çocuklar... Baraj gölüne giren çocuklar. Ama ortalıkta kadın hiç yok. Onlar evde "mahkum." -Hocam tupğerhat (hoş geldin), mırrayı buyurasın. Mırra "Güneydoğu'nun acı kahvesi." Bir yudumda içtik. Sonra "aynı fincandan" herkese mırra sunulmaya başlandı.
Geçim kaynağı "pamuk, pirinç, buğday, arpa, mercimek." Tabii "hayvancılık" da var. Mırranın ardından "ayran servisi" başladı. Bu arada önümüze bir örtü serildi. Örtünün üzerine "tepsiler" geldi. Büyük tepside "pilav... Üzerinde et." "En tepede" de bir "kelle." "Kelleli tepsi" oldukça fazlaydı. "Kelle sayısı" misafire verilen önemin göstergesi. Ayrıca köyün, köylünün "şerefinin."
Köylünün biri eliyle kellenin içinden "beynini" çıkarıp, uzattı: -Afiyetle yiyesin. "Öteki tepsilere" gelince... Çeşit, çeşit yemek. Saç kavurma mis gibi kokuyor. Cacık, salata, ovadan dağdan toplanan çeşitli otlar... Yeseniz bir türlü, yemeseniz köylü alınacak.
Yemeğin üzerine kavun, karpuz, kiraz, kayısı. Ve çay: -Hocam, kaçak çaydır ha... Mutlaka içeceksin. Orda bir köy var uzakta... Dumluca. Orda bir değil, çok köy var uzakta... Bizim köylerimiz. Gittik, gördük, mırralarını içtik, yemeklerini yedik, dertlerini dinledik. Vedalaşırken ne dediler biliyor musunuz: -Sizin gibi zatlar geldiğinde bize şefkatli bir elin uzandığını görüyoruz... Bizler sahipsiz insanlarız... Sizin gibi şahıslar gelince, sahibimizin olduğunu anlıyoruz.
Ne ekmek dağıttık, ne işsizlere iş bulduk. Ama "kucaklayıp, hatırlarını sormak, birlikte bir resim çektirmek bile" onlara yetiyor.
|