|
|
|
|
|
'Beyaz ipek bluzlu, güzel, tombulcana bir kızdı' '
|
|
Fatma, 1956'da figüran olarak başlamış. 200'e yakın film... Peki bunca yıl sonra oyunculuğa nasıl bakıyor? "Uzun zaman oynamasam da aldırmıyorum. Ama iyi bir rol gelince, telaş başlıyor: Nasıl canlandıracağım, saçımı nasıl yapayım, ne giyeyim? Bunun da tadı bambaşka". Tanışmaları ise ayrı bir hikâye. 1957 yılında Memduh, Serseri diye bir film çekiyor. Bir bar sahnesi çekiyorlar, figüranlar gelip sıraya dizilmiş. Bir kız getirmişler oraya, tombulca, beyaz ipek bluzlu, güzel bir kız. Ama siyah-beyaz filmde beyaz giysi olmuyor, "Bunu değiştirin," demiş Memduh. İşte o kız Fatma! Bir süre sonra, Murada Ereceğiz filmini çekerken olanlar olmuş, onlar da murada ermişler... Fatma sinemaya güzelliğiyle girmiş. Çünkü o yıllarda Türk sineması bir güzel kadın/ yakışıklı erkek sinemasıydı. Öyle değil mi? "Öyleydi. Çünkü o bir masal dünyasıydı. Ama çirkin olanlar da vardı: Yılmaz Güney gibi". Bu sözleri Fatma söylüyor. Memduh Ün de o yıllarda SES dergisinin kapak yıldızı yarışmalarını anıyor ve birçok yıldızın bu yolla geldiğini hatırlatıyor. Filiz Akın'ı resimlerinden seçip sinemaya sokan o olmuş.
MAKYAJ DEĞİL TOPRAK... Fatma gerçekten zamanla mükemmel bir oyuncu oldu çıktı. Ona Taşkent Festivali'nde ödül getiren Kızgın Toprak filmini hatırlatıyorum. Şöyle diyor: "Ben baştan beri Anadolu kadınını oynadım. Şarkıcı filan oynadığım iki-üç film vardır, gerisinde taşra veya varoş kızıyımdır. O rolleri ben ötekilerden daha gönüllü olarak kabul ettim ve hiç gocunmadan oynadım, hâlâ da oynuyorum". Kimi filmlerde yüzüne makyaj değil, toprak sürdüğünü söylüyor: Örneğin Yılanların Öcü'nde ince bir kat vazelin üzerine sarı toprak üfletmiş yüzüne. Tam bir köylü kadın görünümü vermek için... Girik'le Şişli belediye başkanlığı dönemine geliyorum. O iktidar duygusu nasıl bir şeydi? "Aslında bu kadınlara daha çok yakışan bir iş. Çünkü kadınca bir yumuşaklıkla çok şeyi halledebiliyorsun." diyor. Ama artık siyaseti düşünmediğini ekliyor. Fatma, Yılmaz Güney'le oynadığı o güzelim Acı filminin kayıp olduğunu bilmiyormuş, benden öğreniyor. Ve üzülüyor. Ne yapalım, bu ülkenin üzerinden bir 12 Eylül geçti!.. Yılmaz'la bir filmi daha vardı: Yarın Son Gündür. Memduh Ün Umutsuzlar filminde oyuncu olarak görev almış. Şöyle diyor: "Beni niye oynattı, bilmiyorum. İntikam almak için diye düşünüyorum. Çünkü bir zamanlar onu bana Atıf göndermişti, ben de 'Bu kömürcü çırağına benzeyen adamı istemem.' dedim. Bunu herhalde aktardılar Yılmaz Güney'e, o da 'Sen beni yönetmedin, ben seni yöneteyim de gör.' dedi!". Fatma da onunla ilişkili bir anısını anlatıyor. Acı'yı çekip gelmişler, ama nedense her yerde karşısına çıkıyor Güney. Bir gün Cağaloğlu'ndan aşağı inerken, pat diye bir kitapçının kapısından çıkmış, merhaba dedikten sonra "Sana kitap alayım," deyip içeri dalmış. Aldığı kitaplar, Değirmenden Mektuplar (Alphonse Daudet) ve Sardalya Sokağı (John Steinbeck) imiş. "Peki sonra?" diyorum. Fatma o kendine özgü kahkahasını atıp anlatıyor: "Sonrası yok, hepsi bu kadar!" O kitaplar da sanırım, her köşesi Fatma'nın sinema hayatıyla ilişkili anılarıyla, sayısız gazete, dergi, resimler, albümler, ödüller, kupalar, çeşitli yolculuklardan getirilmiş eşyalarla dolu olan evde, bir köşede 'boynu bükük'
|
|
|
|
|
|
|
|
|