Memleketin birinde...
Evet, memleketin birinde, aynı hafta içinde iki olay olmuş: İlkinde; büyük medya gruplarından birinde, müstakbel başbakan, hatta cumhurbaşkanı denen çok etkili, popüler bakanın karısıyla ilgili (doğru, ama kritik) haberi yayınlayan yönetmenin kovulması istendi. İsteyen, bakan. Hem de tam bir yıldır. Kocasını başkası için terk etmiş kadın eve döndü, bakan karısını affetti ama gazeteciyi affetmedi. Üstelik, yayın organının sahibi, yani o haberi yayınlayan yönetmenin patronu, ki başka büyük işleri de olan bir medya patronu, o bakanın da yakın dostu. Yani her büyük işadamı gibi, merkez sağın bu önemli ismine bel bağlamış. Yayın organı da öyle solcu, çok muhalif, marjinal filan değil; yılların çok satan yayını ve merkez sağda. Bakan, hala kovdurmak istiyor ya, geçen hafta baskısının artması ve bir yıldır dostuna direnen patronun da pes etme ihtimaline karşılık, oradaki 100 kadar gazeteci, yönetmeni desteklediklerini ve greve de gidebileceklerini ilan etti. Özetleyeyim: 1. Patronun dostluklarına rağmen haber kondu. 2. Yayınlanırken belki patronun da haberi yoktu. 3. Haber, grubun aslında yakın olduğu politikacıya vurdu. 4. Bakan dostu olmasına rağmen, patron bir yıldır o yönetmeni kovmadı. 5. Bakanın baskısı sürünce, gazeteciler kenetlendi. 6. Dayanışma adına, her biri kendi pozisyonlarını, işlerini, gelirlerini riske atabileceklerini ilan etti.
Aynı memlekette, aynı günlerde şu da oluyordu. O bakan ki göçmenden, "Avrupalı" saymadıklarının AB üyesi olma ihtimalinden filan hiç hoşlanmaz... İşte onun kanunuyla, okullar kapanınca, kapı kapı "göçmen çocukları" sınır dışı edilmek üzere aranmaya başlandı. Ama birçok "yerli, milli" aile, hapis ve para cezasını da göze alıp kendi ırklarından, milletlerinden, milliyetlerinden, hatta dinlerinden de olmayan göçmen çocukları evlerinde saklamaya koyuldu. Üstlerine vazife değildi. Ucunda ödül, avanta, şöhret filan da yoktu. Yine de yaptılar, yapıyorlar.
Adı çok önemli değil. "Memleketin biri", sık sık gıcık olduğumuz, Allah için bize karşı kimi haksızlığın da kaynağı olan, ama ahalisi bize toptan düşman olmadığı gibi bizim de toptan nefret etmemiz gerekmeyen bir memleket işte. Müsaadenizle "kıssa" şu: Irk, milliyet, millet, etnik köken, din, mezhep gibi en doğallar ile... Tahsil, diploma, servet, meslek, rütbe, mevki gibi sonradan edinilen veya miras alınanlar... Birilerinin kafadan ve toptan kötü kılmadığı gibi, "vicdanlı, mert, adil, yiğit, merhametli" olmasının da garantisi değil. Soracaksınız kendinize: Sizden sayılmayan; devletin, adi suçtan dolayı olmasa da (ki "suç" sayıyorlar), aidiyetlerinden ötürü aradığı çocukları evinizde saklar mıydınız? Bedel ödemeyi göze alır mıydınız? Yaptınız mı böyle bir şey? Linç kültürünün kapsama alanında rastlanır mı buna? Soracağız, kendimize: Gazetecilik dünyamızda, hülyamızda, rüyamızda; haber için, arkadaşın için, doğruluk için, editoryal bağımsızlık için, siyasi, ekonomik iktidarların baskıyla kimseyi kovduramaması için dirençdireniş kültürü mevcut mudur? Mevcutsa, nasıl oldu onca şey! Onca laik yahut dindar, başbakan, komutan filan... nasıl düşünebildi, nasıl cüret edebildi, nasıl emin olabildi ve "biz" diyeyim, biz, siz, evet siz de... nasıl kabullenebildik! Mesele, bazen şu bu olmak değil, gerçekten vicdanlı ve mert olabilmek. Geninde, kanında garantisi yok; öğrenmek, sevmek, büyütmek, direnmek, dik durmak, el vermek, el tutmak lazım. Di mi, Kazım!
|