| |
|
|
Kriz bağımlıları istikrara tahammül edemedi...
İnanılacak gibi değil ama gerçek bu. Türkiye'de geniş halk kitleleri de, piyasa da bir "Kriz beklentisi"ne sokuldu. Daha da ötesi gazete köşelerinde "Bir askeri darbe olursa benim tutumum şöyle olur" içerikli yazılar da çıkmaya başladı. Meğer doğruymuş "Ben kendimi düşmanlarımdan korurum. Sen beni dostlarımdan koru" özdeyişi... "Demokratik siyaset yapıyoruz" denilerek sürdürülen faaliyet, yaşanan bunca serüvene karşın demek hala bir "Türk modeli siyasi harakiri"den öteye geçememiş. İster iktidarda ister muhalefette olsun, bir politikacı kendi ülkesinin istikrarından rahatsız olur mu? Geçmişi sayısız kötü sınavlarla dolu ve son ekonomik krizden yeni sıyrılmış bir medya, bu kadar kolay mı kriz üretim merkezlerinin amplifikatörü olur? Yetmedi mi sürekli "Türk' ün Ateşle İmtihanı"nın tekrar tekrar kaleme alınmasını beklemek? Batılı olmaktan vazgeçtik, dünyalı da mı olmamız hala uzak bir hedef? Gelişmek, uzlaşmak, aynı kaderi paylaşmak, dünün kavgaları yerine yarına dönük heyecanların ufkunu konuşmak bu kadar mı doğamıza aykırıymış?
KAÇINCI ADAM Türkiye'nin şimdi 3'üncü adamlara değil, gerçekten 1'inci sınıf insanlara ve beyinlere ihtiyacı var. Bu insanların da Einstein falan gibi dahi olmaları beklenmiyor. Topluma sadece "Demokratik bir ülkede iktidar seçimle değişir"i hatırlatabilsinler, bu bile yeter. Çağdaş dünyada "Anayasal hukuk devleti"ne sadakatin, "Vatan sevgisi" ile eş anlamlı hale geldiğini vurgulasınlar yeter. 70 milyon insanın sosyo-politik kaderini belirlemek iddiasıyla siyasete, bürokratlığa, bilim adamlığına, yorumculuğa soyunan insanların düşünce dağarcığında "Türbana endeksli rejim kavgası"ndan başka hiçbir bilgi yokmuş meğer. Hemen bitişiğimizdeki Irak'ta mezhepler arası boğazlaşmayı görmezden gelip, Türkiye'yi bir "Laikçi-dinci" kamplaşmasına sürüklemeyi göze almak için, ne tür bir hesapsızlık ve iktidara dönük ne çeşit bir oburluk gerekir acaba?!. Sovyetler Birliği'nin Rusya olduğu, Komünist Çin'in "Serbest pazar"la ekonomik mucizeler yarattığı, Vietnam'ın Amerika ile ticari ortaklıklar kurduğu bir dünyada, meğer ne tür kemikleşmiş bir "Sermaye düşmanlığı" varmış bizde... Arap sermayesine de, İsrail sermayesine de, Amerikan sermayesine de, Yunan sermayesine de karşı olmak yetmezmiş gibi, bir de yerli sermayeyi "Laik mi-Müslüman mı" diye ayırıp damgalamaya çalışmıyor muyuz?
HEP AYNI PLAK Düşüncenin de, sermayenin de ışık hızıyla sınırları aşıp dünyayı dolaştığı "Bilgi ve iletişim çağı"nda, uzaya yükselen duvarlar dikip, "Bizi sadece içerisi ilgilendirir" mi demeyi düşünüyoruz? Dünyanın enerji kaynaklarının üretildiği coğrafyanın orta yerinde dururken, uzak bir okyanus adasıymış gibi bizim iç politikamızın ve ekonomimizin sadece iç dinamiklere ve kavgalara dayalı olarak yönlendirilmesinin mümkün olduğunu mu hayal ediyoruz? Bugün "AB'ye hayır" diyenler yakın yarın da "ABD'ye evet" demek ihtimalini hiç düşünmüyorlar mı? "Güneydoğu sorunu"nu, "Kıbrıs"ı çözümsüzlüğe bırakarak 20'nci yüzyıldan 21'inci yüzyıla aktaranlar, kriz bağımlılıklarını "Türban", "Rejim" ve benzeri ek problemlerle mi gidermeyi tasarlamaktalar? Sanki ilk defa söyleniyormuş gibi "Zaten sen iktidarı tutuyorsun" diye takılmış plağı seslendirenlerin aklına, Osmanlı'nın çöküş döneminde "Edirne'ye Enver gireceğine Bulgar girsin" diyenlerin, Cumhuriyet'in her döneminde de iktidara karşı olmakla Türkiye'nin geleceğini karartmayı karıştırdıklarını hiç düşünürler mi acaba? Böyle bir kader olur mu? İlle de bu ülkede iktidarlar krizlerle mi gitmeli ve her yeni iktidar "Zaten enkaz devraldık" diye mi söze başlamalıdır? İnanılacak gibi değil ama gerçek bu. Türkiye'de geniş halk kitleleri de, piyasa da bir "Kriz beklentisi"ne sokuldu. Daha da ötesi gazete köşelerinde "Bir askeri darbe olursa benim tutumum şöyle olur" içerikli yazılar da çıkmaya başladı.
|