Krizsizliğinizin çaresizliğinde misiniz ki?..
Aslındaki yukarıdaki başlığı okumak kadar zor olmayabilir her şey... Krizden kurtulmak ya da hiç krize girmemek o kadar da zor olmayabilir yani... Son birkaç gündür ekonomideki gelişmelerle ilgili olarak yapılan yorumları dikkatle izlemeye çalışıyoruz. Söylenenlerin özeti şu: Durum ciddi ama vahim değil! Fakat... Bundan daha önemli bir şey var "telaffuz" etmekten dikkatle kaçınılan: O da "kriz" sözcüğü... Kırılgan ekonomilerde; kriz sözcüğünü ulu orta dile getirmenin bile, başlı başına kriz yaratabileceğini bilenler, -haklı olarak-bu sözcüğü kullanmaktan kaçınıyor. En kötümserleri bile, korkulan kriz sözcüğünü "Hayır, bu bir kriz değildir!" cümlesi içinde kullanmaya özen gösteriyor. Evet, işin uzmanlarının söylediklerinden de anlaşılıyor ki; bir kriz değil bu... Dünya ekonomilerindeki çalkalanmanın, Türkiye'deki siyasal tartışmalarla da körüklenerek, piyasaları olumsuz etkilemesi... Sonuç: Durum ciddi ama vahim değil! Ancak... Bütün bu söylenenler içinde endişeli bir söylemi ya da "uyarı" yı gözden kaçırmamak gerekiyor: 2001 krizinin sebepleri arasında gösterilen, dövizin uzun süre "baskı" altında da tutulmaya çalışılması... Şimdi de, dalgalı kura rağmen, farklı enstrümanlarla uzun süre dövizin yine baskı altında kalması... "Bu kadar baskı altında kalırsa, patlama zaten kaçınılmazdı" diyenler de var. İşte sihirli sözcük: Baskı. Belki şimdi yaşananlar kriz değil; ama endişeli yorumcuların "baskı" sözcüğüne dikkati çekmeleri düşündürücü.
Bu yazının ekonomiye dair "göz kararı" gözlemleri buraya kadar. Gerisi uzmanların işi. Ancak; bütün bu yaşananlardan "baskıkriz" ilişkisine dair çıkarılan sonuç; üzerinde durulmayı hak etmiyor mu? Evet, yazının bundan sonrasında konu ekonomi değil artık: Konu... "Siz" siniz! Başlıktaki anlamsız gibi görünen soruyla birlikte: "Krizsizliğinizin çaresizliğinde misiniz!" Aslında, ekonomideki her gelişme, sizin hayatlarınızı yakından ilgilendiriyor olsa da; kendi hayatlarınızın manivelası yine kendi ellerinizde. Bunu; renkli kişiliğiyle, her seferinde konuştuğunu dinletmesini bilen bir tıp adamı söylüyor. Belki de herkesin bildiğini farklı bir "üslup" la söylemeyi başardığı için; Profesör Mehmet Öz, İstanbul'a bu gelişinde de dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor. Dünyada -ve Türkiye'de de-ölüm sebepleri arasında ilk sırada yer alan "kalp kriz" inden kayıpların azaltılması için neler yapılması gerektiğini anlatıyor yine. Beslenme alışkanlıkları filan bir yana... En büyük sebep hala "stres!" Yani kendi üzerinizde yarattığınız gerilim ve baskı... O baskıyı önlemeden "kriz" lerden kurtulmanın çaresi yok. Baskı kriz yaratıyor. İşte yine "baskı-kriz" ilişkisi. Ve siz, kendi üzerinizdeki baskıyı ortadan kaldırmadan "krizlere çare" üretemiyorsunuz. Lakin, yukarıdaki başlığı okuyup geçmek kadar kolay değil her şey. Onca sorun; onca geçim sıkıntısı, onca gelecek endişesi, onca ailevi problem, onca sağlık meselesi... Ekleyin üzerine dünyanın ve memleketin hallerini... Söylemesi kolay yani. Nasıl bulunacak krizden kurtulmanın çareleri? Ekonomide baskıyı kaldırmak kolay. Her şey iktidarın bir kararına bakar. Ama, kim kendi hayatları üzerinde bu kadar iktidar sahibi, bu kadar muktedir ki; kuşatılmış bir dünyada yaşarken? Bunu Doktor Öz de söyleyemiyor tam olarak. İyi niyetli kimi tavsiyelerde bulunuyor. Lakin... Yazıyı çözümsüz bırakmak da olmaz... O zaman, çok uzaklardan, "doğu felsefesi" nden birkaç cümle yetişir belki imdada: "Çözüm, bu fazlasıyla karmaşık, anlaşılması güç devirde, yaşamlarımızı sadeleştirmektir! İç huzuru buradan gelecektir." Sadeleştirmek... Sadeleşmek... Maddi, manevi... Ama özellikle; ruhlarınızın, düşüncelerinizin, duygularınızın üzerindeki fazla yüklerden kurtulmak. İşe yarar mı? Doğu felsefesinde yarıyormuş! Denemesi bedava.
|