AİHM'de bir dava
5 Eylül 2006 Salı. Bu tarihi siyasiler şimdiden bir kenara not etsinler. O gün saat 09'da Strasbourg'taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 2'nci Dairesi'nde önemli bir dava görülecek. Davacılar iki Türk yurttaşı: Resul Sadak ve Mehmet Yumak. Davalı ise Türkiye. "Adam sen de... AİHM'de Türkiye aleyhine açılmış binlerce dava var" diye düşünebilirsiniz. (Doğru, daha dün 6 dava sonuçlandı. Türkiye 3'ünde beraat etti, 3'ünde ise toplam 36.457 avro tazminata mahkûm oldu.) Ancak sözünü ettiğimiz dava farklı. Üstelik en az o ünlü "Türban" kararı kadar derin etkileri olacak. Çünkü Türkiye'deki seçim sistemi yargılanacak. Konu kamuoyuna pek yabancı değil ama epeydir gündemden düştüğü için kısaca hatırlatmakta yarar görüyoruz. 3 Kasım 2002 seçimlerinde DEHAP'ın Şırnak milletvekili adayları olan Resul Sadak ve Mehmet Yumak geçerli oyların yüzde 46'sını almalarına rağmen Meclis'e giremediler. DEHAP'ın ülke genelindeki oylarının yüzde 6.22'de kalması, yani yüzde 10 barajına takılması nedeniyle. Ancak onlar sonucu kabullenmek yerine AİHM'ye götürmeye karar verdiler. Gerekçeleri: "Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek-1 Protokolu'nun 3'üncü maddesini ihlal etti." "Serbest seçim hakkı" başlıklı madde şöyle: "Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde makul aralıklarla gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler." Davacıların "Yüzde 10 barajı, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerini özgürce açıklama hakkını engelliyor" iddiasını "ciddi" bulan AİHM başvuruyu kabul edip davayı açtı. Sonra Türkiye'den savunmasını istedi. Tüm bunlar geçen yıl bu zamanlar oldu.
İstikrar-adalet dengesi Anlaşılan Ankara'nın savunması ikna etmemiş olacak ki, AİHM davayı esastan görüşmeye karar verdi ve öncelikli olarak gündemine aldı. Bu, Meclis'in iradesinin AİHM'ye geçmesi anlamına geliyor. Bu, 550 milletvekilinin dokunamadığı soruna biri Türk 9 yargıcın el koyması demek oluyor. Yargıçların adlarını verelim: JeanPaul Costa (Fransa), Andreas Baka (Macaristan), Ireneu Cabral Barreto (Portekiz), Rıza Türmen (Türkiye), Mindia Ugrekhelidze (Gürcistan), Antonella Mularoni (San Marino), Elisabet FuraSandström (İsveç), Danuto Jociene (Litvanya), Dragdjub Popoviç (Sırbistan). Peki, dava sonunda Türkiye'nin "Yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartları yaratmadığı" kararına varılırsa ne olacak? Davacılara tazminat ödemeye mahkûm edilecek. Ama daha önemlisi kimi hukukçulara göreSeçim Yasası'nı değiştirmek, yüzde 10 barajını "makul" düzeye indirmek zorunda kalacak. Fena da olmayacak. Türkiye'nin yarısının Meclis'te temsil edilmediği bir sistem zaten daha fazla sürdürülemez. Çünkü; *Her şeyden önce "Seçim kanunları temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir" diyen Anayasa'nın 67'nci maddesinin ruhuna aykırı. *Kürt partilerini engellemek için yüksek tutulan baraj iki tarafı keskin bıçağa döndü. Meclis dışı bırakılan o tür partilerin sistemin de dışına da itilmesi, başka "arayışlar"a yöneltilmesi tehlikesi yarattı. *Ve nihayet amacının çok ötesine gidip merkez sol (1999'da CHP) ve merkez sağ (2002'de DYP, MHP ve ANAP) partileri de safdışı bıraktı. İnsana ne koyuyor biliyor musunuz; reformların ancak dıştan dayatmalarla yapılabilmesi. Ya AB zorlayacak, ya IMF, ya da AİHM gibi uluslararası kurumlar...
|