| |
İçe dönmek ve rejim kavgası yapmak daha mı kolay?
Düşüncelerimizi ve siyasal yaşamımızı şekillendiren olgulardan bir bölümü tabii ki coğrafyamızdan kaynaklanıyor. İnançlarımız, geleneklerimiz, törelerimiz bunlar arasında. Ama aynı şekilde Batı kültürünün etkileri de var toplumsal belleğimizde. Bunların arasında siyaseti şekillendiren olgular da bulunmakta, toplum yaşamımıza biçim verenler de... Her köprünün en az iki ayağı bulunduğu gibi, Doğu ile Batı arasında bir köprü olan Türkiye de, çok kültürlü bir yapıya sahip. Bu da hem doğal, hem de sağlıklı bir durum. Zengin ve renkli bir toplumsal yapının ifadesidir kültürler arasındaki "Köprü ülke" olmak. Ancak bir ciddi yanlışı da sürekli yaşamak durumunu getiriyor çok kültürlülük.
KRONİK DÜALİZM Doğu kültürünün yaşama yansımalarını Batı değerleriyle ölçtüğünüz veya tersini yapıp Batı'yı Doğu'nun değer ölçüleriyle değerlendirdiğiniz zaman, gündeme uzlaşmasızlıklar ve hatta kavgalar da geliyor. Toplumsal ve siyasal yaşamınız sürekli bir "Düalizm"in kısır döngüsü içinde bunalıyor. "Üniversite ile medrese", "Modern ordu ile yeniçeri", "Araştırıcılık ile ezbercilik" benzeri zıtlıklar, sosyo-politik yaşamınızı dünden bugüne sarsıp duruyor. Örneğin "Cumhuriyet ve demokrasi"yi Batı'dan aldık. Ancak henüz "Millet ve ümmet" arasındaki farkı da, "Devlet ve birey" arasındaki ilişkileri de yerli yerine oturtmuş değiliz. Bunun gibi "Sivil toplum" ile "Cemaat" arasındaki çizginin yeri de belirlenmiş değil. Sonuçlar ortada... Üniversiteler medreseye karşı müspet ilmin ve "Kuşku"nun meşalesini yakacak yerde, resmi ideolojinin ezbercisi olmaya yönleniyor. Siyasi partiler demokratik rekabetin teminatı olmak yerine, demokrasiyi cumhuriyetin tehdidi biçiminde sunabiliyorlar. İnanç özgürlüğünün güvencesi olan "Laiklik", bazılarınca dinsizlik, bazıları tarafından da din düşmanlığı biçiminde algılanıyor. Bütün bu kavram kargaşasını giderebilecek bir liberal demokrasiye sahip olabilmek için kendimizi "Kopenhag Kriterleri"ne uyarlama çabalarımız ise, yine kronik düalizmin rüzgarına kapılmış gibi görünüyor. Batı kültürünün ağırlıklı etkilediği kesimler de, şimdi Doğulu ve şoven esintilerle aynı safta "AB karşıtı" cephe içinde yer almayı siyasetin gereği biçiminde görmekteler. Bir günde bin yıllık Türklerin alfabesini değiştiren, medeni hukukunu Batılı yapan CHP'nin bugünkü kadroları, AB'nin demokrasi ve sivillik kuralları yerine, demokrasiyi cumhuriyetin tehdidi gibi algılayan Baas esintili ideolojiye sarılmayı yeğ tutuyor. Türkiye'yi AB'nin eşiğine taşımayı başaran AK Parti kadroları ise, karşı cephenin oyununa katılıp "Nasıl olsa bizi almazlar sendromu"na kapılarak, içerideki kısır siyasal döngünün dengeleri üzerinde oynamayı tercih ediyor. Oysa bu oyunun bir uzantısı, ülke siyasetini "Laikçi-Dinci" çizgisindeki bir cepheleşmeye oturtmaktır. Bu tür bir tablonun Türk toplumuna siyasi kader olarak sunulması acıdır. Biz Türkler, yelkenlerimizi gelişmiş dünyanın rüzgarlarına açmayı başardığımız dönemlerde büyüdük, geliştik. İçe dönüp kültürler arası kavgalara ve Ankara siyasetinin dar sokaklarındaki hesaplara kapıldığımız zamanlarda da, siyasi ve ekonomik krizler arasında gidip geldik. Türk siyasetinin ağırlıklı partilerinin bu tür bir marjinalleşmeye yönelmeleri, beraberinde doğal olarak yeni siyasal arayışları da getirecektir. Çünkü demokrasimizin egemen gücü olan "Sessiz Çoğunluk" bu tür bir kamplaşmadan yana asla değildir. Bu bakımdan önümüzdeki ilk genel seçimde daha önce AK Parti'ye oy veren ama "Milli Görüş"ten olmayan seçmenlerin, merkezde başka partilere kayması ve mesela DYP'nin merkezdeki boşluğu doldurması kaçınılmaz gibidir.
SESSİZ ÇOĞUNLUK Bunun gibi devletçi ve antiAB söylemlerle sağ oyları da toplamayı amaçlayan CHP'nin, bu alanda MHP ile yarışması herhalde mümkün olmayacaktır. Avrupa Konseyi'nin, OECD'nin, NATO'nun üyesi olan Türkiye'yi Avrupa'nın dışında görmeye ve bırakmaya çalışmak, ne dışarıda ne içeride siyasi akla ve mantığa sığar. Türkiye'nin toplumsal yaşamını, Osmanlı'dan bugüne aktarılan düalizmin kısır döngüsüne mahkum etmek ise, bu çağın insanlarına hiç yakışmaz. Bu tür bir siyaset anlayışı, geçmişte de çözümsüz bırakılan sorunların daha büyümesinden başka bir şeye yaramaz. 1999'da CHP'yi, 2002'de DYP'yi, ANAP'ı, MHP'yi baraj altında bırakan seçmen, önümüzdeki ilk seçimde de kesinlikle yeni akıl dışılıkları sandıkta cezalandıracaktır.
|