Tren kazasında Türkiye resmi
Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle ilişkileri, bu sonbaharda Avrupalıların " tren kazası " dediği bir çatışma noktasına gidiyor. Geçen hafta Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün bir günlük Lüksemburg gezisine katıldığımızda, iki tarafın da, en azından duygusal olarak, " kopma " noktasına yaklaştığını çok net biçimde gözlemledik. Genelde fevri ifadelerden kaçınıp diplomatik bir üslup kullanan Gül, bu kez " zehirleme " kavramından söz ediyordu. Ankara, "Kıbrıs'ta yapacağımızı yaptık. Bundan sonra Rumların Türk-AB ilişkilerini 'zehirlemesine' izin verecekse, bu tesadüf değil Türkiye'ye yönelik siyasi bir tavırdır . Tren kazası olacaksa bunun tek sorumlusu biz değiliz" diyor. Avrupalılar ise "Siz Ankara anlaşmasını imzalarken neyi taahhüt ettiğinizi biliyordunuz . Limanları açmamaya direnmek, Avrupa'ya şantaj yapmak demek" diyor. Bu noktadan sonra tartışılan , tren kazasının olup olmayacağı değil; kaç şiddetinde olacağı ve kaza sonucunda Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin askıya alınıp alınmayacağ ı. Avrupa kulislerinden anlıyoruz ki, Başbakan Erdoğan'ın "Müzakereler durur, diyorlar. Hayret bir şey. Durursa durur" çıkışı, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ı "sinir etmiş." Chirac, Türkiye'nin meydan okuma hakkı olmadığı görüşünde. Kıbrıs Rum kesimine yönelik izolasyonların kaldırılması karşılığında limanları açmaya fit olan Ankara ise, makul ve haklı bir pozisyonda olduğunu biliyor. Gül buna " Moral highground'ı (ahlaki üstünlüğü) kaybetmeme" diyor. Durum böyleyken kriz kaçınılmaz. Dünyanın sonu da değil... Türkiye'yle ilgili yeni bir ilerleme raporunun yayınlanacağı ekim ayına giderken Erdoğan ve Avrupalı liderler söz düellosuna "dur" demezse, "müzakerelerin askıya alınması" gündemde olacak. Ancak burada " Washington faktörü "nü de unutmamak lazım. Türkiye'nin müzakere sürecinin askıya alınmasını istemeyen ABD, Ekim ayına kadar " tren kazasını önleme " yolunda diplomatik ağırlığını hissettirecek. Önce Türkiye'nin limanları açmasına imkan veren, Kıbrıs Türkü'nün izolasyonu kaldırma yönünde "makul bir paket" arayışı var. Bu olmazsa en azından krizin müzakereler askıya alınmadan atlatılmasına çabalayacak. Peki tüm bunlar iç politikada her geçen gün yükselen gerilim perdesini nasıl etkileyecek? Sanılanın aksine, AK Parti Avrupa sürecinin sekteye uğraması durumunda iç politikada daha da sıkışacağını düşünmüyor. Tam tersine, Başbakan'ın hafta sonu çektiği rest ve bu yönde açıklamalar sonrasında iç politikada " kahramanlar gibi " karşılanacaklarını; ulusalcı eksende hükümete karşı şekillenen " cephe "nin kozunu ellerinden alacaklarını düşünüyor bazı parti kurmayları. Ekonomide türbülans yönetildiği sürece, bu tarz bir " masaya yumruğunu vurma " harekatının Cumhurbaşkanlığı sürecine girerken " hükümetin elini güçlendireceği " görüşü var bazı kabine üyelerinde. Ancak olaya ekonomi dahil daha uzun vadede bakan Dışişleri Bakanı Gül, her şeye rağmen tren kazasının ne AK Parti ne de Türkiye için "tercih edilebilecek" bir durum olmadığının farkında. Lüksemburg'da bu görüşünü şöyle anlattı: " Ben hislerimle, heyecanlarımla hareket etseydim, burada olmazdım zaten. 17 Aralık'ta geri döner, 3 Ekim'de yaşananlardan sonra buraya gelmezdim. Üstelik böyle yapsak Türkiye'de kahramanlar gibi karşılanırdık, binlerce insan havaalanına gelirdi. Ama sonra? Ekonomide olumlu etkilerini şimdiden hissediyoruz. Sabırlı ve istikrarlı olmak lazım."
|