| |
Demirel, laikçi cephenin lideri olabilir mi?
Bir siyasi partiyi tutmakla bir futbol takımını tutmak özünde çok farklı şeyler olsa da, fanatiklikler her alanda birbirlerine benzer. Fanatik taraftar, bütün ruhsal durumunu, neşesini, kederini, kendi iradesi dışındaki gelişmelere bağlamıştır. Eğer fanatik bir partizansa, kendisine hiç danışmayan ve "Katılım" ı devre dışı bırakmış siyasi yönetici kadroların başarılarının da, başarısızlıklarının da sorumluluğunu yüklenir. Fanatik bir futbol takımının bağımlısı ise, 11 genç insanın yerine sahada kendisi oynamış gibi, atılan gollere sevinir, yenilen gollerle kahrolur. Futbolda fanatikliği anlamak da, yok etmek de pek mümkün değil. Herhalde sonsuza kadar rakip takımların fanatik taraftarlarının "Biz size..." diye başlayan ve zaman zaman kavgaya da dayanan kavgalarına tanık olacağız. Ama siyasetteki fanatik partizanlığı, 195060 arasında CHP'lilerle DP'lilerin mezarlarını bile ayırdıkları dönem sonrasında geride bıraktık. Demokrasinin sağlığını gösteren "Yüzer-gezer oylar" her seçimde değişik partileri öne çıkartmaya başladı. Bir seçimde Demirel'in AP'sine oy veren seçmenlerin, diğer bir seçimde Ecevit'in CHP'sine yöneldiğini görmedik mi? Bir kesimdeki kamplaşmalar veya cepheleşmeler, büyük seçmen kitlesine yansımadı. Aklıselim, hep galip geldi. Ancak şimdi birileri, yine eski tür bir kamplaşmayı siyaset sahnesine koymayı planlamakta. Bunlara göre önümüzdeki ilk seçimlerde seçmenin önüne "Laikçi-dinci" tercihi koyulduğu takdirde, AK Parti'nin tek başına iktidar olmasının önüne geçilebilecek. Bunun için de, aralarında Demirel'in, Baykal'ın aynı safta bulunacakları, merkez sağ ve merkez solu, ulusalcıları içeren bir "Laik cephe" oluşturulması için düşünce denemeleri yapılmakta. Bu denemelerin başarıya ulaşmasının çok zor olduğunu şimdiden vurgulamalıyız.
YİNE CEPHELEŞME Mİ? Birincisi, Türkiye'nin ihtiyacı herhangi bir alandaki "Cepheleşme" değil, her alanda sağlanması gereken "Uzlaşmalar"dır. Bu sade partisiz seçmenlerin değil, AK Parti'ye oy veren seçmenlerin büyük çoğunluğunun da bilinçle değerlendirdiği bir gerçektir. Neticede bizim benimsediğimiz içeriğiyle "Laiklik" olgusu da, bir kamplaşmanın değil, uzlaşmaların, hoşgörünün ve birlikte yaşamanın yöntemidir. Laikliği günlük siyasete bu şekilde sokmaya çalışmak, dini siyasete sokmaktan farklı olamaz. İkincisi, uzun siyaset yaşamında muhafazakar ve hatta mukaddesatçı oylarla defalarca iktidar olabilmiş Süleyman Demirel'in, bugün tüm birikimini günlük siyasete dayalı olarak bir cepheye endekslemesi, onun siyaseten sıfırlanması anlamına gelir. Böyle bir kamplaşma içinde rol oynaması, Demirel'in kendi kurduğu parti olan DYP'ye bile yük olması anlamına gelir . Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, Türkiye'nin yarına dönük endişelerinin de, projelerinin de ağırlıklı özünde, dini inançlara dayalı cepheleşme değil, ülkenin ve dünyanın gerçek sorunlarına ilişkin arayışlar vardır.
GERÇEK GÜNDEMLER Örneğin genç kızların türbanla üniversitelere girebilmeleri mümkün olsa da, bu ne "Güneydoğu" ya, ne "Kıbrıs" a, ne "AB'ye üyelik serüveni" ne, ne de "İşsizlik" e çözüm getiriyor. İmam hatipliler eşit şartlarla üniversiteye girebildikleri takdirde, bu ne eğitimde beklenen reformun gerçekleşmesine, ne sağlıklı kentleşmeye, ne de "Irak sorunu" nun çözüme kavuşmasına yardım ediyor. Yani Ankara'daki seçilmişlerin ve atanmışların koltuk paylaşımına dönük ve kamplaşmalarla çözüm bulunmak istenen siyasi projelerle, Türkiye'nin ve dünyanın gerçek gündemi arasında bir benzerlik yoktur. Üstelik bu tür cepheleşmeler, siyasete alternatif çözümler sunmaya çalışan DYP ve MHP benzeri partilerin de yok edilmesi anlamına gelir. Bu tür cepheleşmeler yüzünden "Laiklik" ilkesi ile "Dinsizlik" i birbirine karıştırmaya yatkın muhafazakar kitleler de, karşı cephenin içinde kilitlenir. Bu gerçekleri en fazla görmesi gereken Süleyman Demirel'in, geçmişteki Milliyetçi Cephe denemelerinin 1970'ler Türkiyesi'ni nasıl bir kargaşaya götürdüğünü hatırlamasını ve kendisine biçilen "Laikçi lider" rolünün senaristlerine "Kesin bu saçmalığı" demesini beklemeliyiz.
|