Adsız kahramanlar
Türkiye'nin AB sürecini Dışişleri'nden Avrupa Birliği Genel Sekreterliği'ne, DPT'den tüm bakanlıkların "uyum" birimlerine kadar çok geniş bir kadro götürüyor. AB ile fiili müzakerelerin başladığı, "Bilim ve Araştırma" başlığının açılıp kapandığı Lüksemburg'dan dönüş yolunda bu isimsiz kahramanlardan bazılarıyla görüşme fırsatı bulduk. Ve giderek yayılan kanının aksine, onları müzakerelerin geleceği için iyimser ve umutlu gördük. Dahası, sürecin sonuna kadar götürüleceğinden kuşku duymamaları, hoş bir sürpriz oldu. İşte AB ile müzakereleri omuzlamış diplomat, teknisyen ve uzmanlarla sohbetlerden edindiğimiz izlenim: *Siyasi irade olduğu sürece, müzakerelerde ciddi bir zorlanma olmaz. Çünkü 35 başlığın pek çoğunda Türkiye gerek 2004'te AB'ye katılan 10 ülkeden, gerek görüşmeleri tamamlayıp üyelik için gün sayan Bulgaristan ve Romanya'dan, gerekse birlikte yürüdüğümüz Hırvatistan'dan çok daha ileri durumda. *Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta: AB Komisyonu müzakerelerde her zaman aday ülkenin tarafını tutuyor. Yazılı olmayan ama bugüne kadar işleyen kural bu. (Not: 1 Temmuz'da dönem başkanlığını Avusturya'dan devralacak Finlandiya da, korkulan ya da beklenen "Tren kazası"nın önlenmesinde ek güvence oluşturuyor. Çünkü Finlandiya, Kıbrıs sorununda Türkiye'ye Avusturya'ya göre çok daha anlayışlı davranıyor. Lüksemburg'da görüştüğümüz AB görevlileri de Rum yönetiminin bu gerçeği bildiği için son ana kadar aksi, sorun çıkarıcı çizgi izlediğini belirttiler ve şöyle dediler: "Rumlar bu tutumlarıyla Türkiye'den çok Finlandiya'ya mesaj vermek istediler. 'Ankara'nın tezlerine çok yakın durursan, vetoyu düşünürüm' demeye getirdiler.")
AB'ye koz vermemek Aslında Rumlar'ın izledikleri mızıkçı politika, en azından bu kez Türkiye'nin işine yaradı. Özellikle de ABTürkiye Ortaklık Konseyi'nde. Çünkü Rumlar'ın yorgun ve bezgin düşürdüğü AB tarafı, epeyce sıkı hazırlık yapmış ve bilenmiş olmasına rağmen, Gümrük Birliği'nin işleyişiyle ilgili, Türkiye'nin verdiği sözleri yerine getirmemesinden kaynaklanan sorunlarda pek bastıramadı. Dönem Başkanı Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik sadece açış konuşmasında bu sorunlara ılımlı ifadelerle değindi, Dışişleri Bakanı Gül yanıtladı, en çok başımızı ağrıtması beklenen konu böylece kapandı. Gül'ün geçen ay açıkladığı 9'uncu reform paketi yaz tatilinden önce Meclis'ten çıkarılırsa, bir de Eylül ayına kadar Tarım Bakanlığı biraz sıkı çalışırsa, bu yıl sonuna kadar işimiz kolay. "Tabii" diye eklediler isimsiz kahramanlar, "Aslında teknik, yani AB müktesebatına uyumlu ilgili olması gereken müzakerelere siyaset karışmazsa..." İşte bu biraz zor. Çünkü geçen yıl Fransa ve Hollanda'da AB Anayasası'nın reddedilmesinin faturası, "Genişleme sürecini Brüksel'deki bürokratlara bırakan siyasiler"e çıkarıldı. O nedenle yeni üyelerin katılımında siyasetçiler bir numaralı aktör olacaklar. Bunun ilk işaretini Fransa'nın bugün başlayacak AB zirvesine götürdüğü hazmetme kapasitesi önerisinde görmek mümkün. Sohbet arkadaşlarımız bu hatırlatmamıza "Ama hiç değilse Avrupalı siyasilere ek bahaneler vermemekle riski azaltmak da bize düşüyor" yanıtı verdiler. "Örneğin AB'de etkilerinin hâlâ sürdüğünü gördüğümüz Merkez Bankası başkanlığı krizi gibi mi" diye üsteledik. İtiraz etmediler. Sadece sustular. Biz de bu suskunluğu, eskilerin deyişiyle, "Sükut ikrardan gelir" olarak yorumladık. Yanlış mı?
|