Voltaire, Erdoğan ve Perihan Mağden
AB süreciyle ilgili AK Parti hükümetinin önemli dönüşümlere imza attığı gerçeğini hiç kimse inkar etmedi. Hatta aralarında benim de bulunduğum bir grup bu değişimi "sessiz devrim" olarak niteledi. Ancak herkesin kabul ettiği bir başka gerçek daha var. O da şu: Biz bu değişimi AB talep ettiği için değil, bu ülkenin demokratikleşmeye acil ihtiyacı olduğu için yapmalıydık. Öyle olmadığını son dönemlerde sık sık görmeye başladık. Şu hale bir bakın; onca değişime rağmen, hâlâ fikirlerini kanaatlerini yazanlar yargılanıyor. Neden? Çünkü, değişimi ne algılayabildiler ne de uygulayabildiler. Genelkurmay da yargı da, polis de hâlâ bildiğini okuyor. En son Perihan Mağden'in yaşadıklarına bir bakın; insan utanıyor. En çarpıcı olansa hükümetin ve AK Parti'nin tavrı. Kimse kılını bile kıpırdatmıyor. Sanki tüm bunlar onların Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı olduğu bir ülkede yaşanmıyor. Tam bu noktada, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 2001'de AK Parti'yi kurduğu gün yaptığı bir konuşmayı hatırlıyorum. Genel Başkan Erdoğan, partisinin temel ilkesini ünlü düşünür Voltaire'in şu sözleriyle açıklıyordu: "Sevgili dostum, sizin görüşlerinize katılmıyorum ancak bu görüşlerinizi rahatça ifade edebilmeniz için canımı feda etmeye hazırım." Anlaşılan o günlerden bugüne çok şey değişti. Aktüel yazarı Perihan Mağden ne yazmıştı? "Vicdani ret insanlık hakkıdır." Bir yazar bu hakkı savunamıyorsa o ülkede fikir özgürlüğünden söz edilebilir mi? Hani "Bu görüşlerinizi rahatça ifade edebilmeniz için canımı feda etmeye hazırım" sözleri... Daha vahim olanı adliye içinde yaşananlar. Duruşma salonu değil, sanki linç meydanı. Yazar Ayşe Kulin o anı bakın nasıl anlatıyor: "Biz bir köşede duruşma sıramızı beklemeye başladık. Birden 'şerefsizler' diye bir çığlık yükseldi. Bir kadın gür ve tiz sesiyle bağırmaya başladı. 'Uşaklar, satılmışlar, Amerikan uşakları, İsrail uşakları, PKK orospuları. (Orospu kelimesini kullanmaması yönünde ikaz edilmiş olacak ki bir iki sefer sonra cariye ile değiştirdi.) Sizi istemiyoruz." Bu sahne nerede yaşanıyor? İstanbul Sultanahmet Adliyesi'nin içinde. Peki niçin bir şey yapılmıyor? Gerekçe hazır: AB sürecinde protesto hakkı da var. Bunu Adalet Bakanı Cemil Çiçek bir başka olay nedeniyle resmen söylemişti. Oysa bu doğru değil. Orada hakaret ve tehdit var. Yargı da, polis de buna açıkça göz yumdu. Ama nedense daha önce Perihan Mağden'in Kurtlar Vadisi için "Hırtlar Vadisi" ardından da oyuncu Necati Şaşmaz için "komodin ve baston" demesine kimse göz yummadı. "Hırt ve komodin" denmesine dava açan yargının bu hakaretler ve linç girişimi karşısında sessiz kalması akıl alacak gibi değil. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndaki bir yetkiliye yardım istemek için giden Mağden'in avukatı Ümit Abanoz şöyle diyor: "Başsavcı vekiline bize yardım etmesi için başvurdum. Can güvenliğimiz yok. Hakaret ediyorlar. Ben avukatım, mesleğini yapan avukata da aynı şekilde 'şerefsizler, hainler, i...ler' diyorlar, diye söyledim. Tek tek insanları gösterdim. Verdiği cevap ilginçti. 'Endişe edecek bir şey yok. Ben halledeceğim.' Şaşırıp kaldım." Adliye içinde ses çıkartmanın, gürültü yapmanın bile yasak olduğunu dile getiren Avukat Ümit Abanoz'a, gösteri yapanları engellemesi için gittiği polis şefinin verdiği cevap ise çok daha çarpıcıydı: "Bunlar münferit olay değil, kamusal olaydır." Nerden nereye? "Mecburi demokrat" olanların Türkiye'yi getirecekleri nokta ancak bu kadar olur. Tıpkı, yüz yıl önce Fransa'da aşırı milliyetçilerle solcuları karşı karşıya getiren Dreyfus Davası gibi bu dava da gerçek fikir özgürlüğü açısından bir dönüm noktası olacak. Çünkü söz konusu olan "halkı askerlikten soğutmak" değil, aksine yalanlar uydurarak askerlikten kaçış yerine ilkesel bir hakkın savunulmasıdır. Bu da fikir özgürlüğü değilse, ikide bir "AB kriterlerinden yanayız" diyen kurumların samimiyetine kim inanır...
|