| |
"Halkı sivillikten soğutma suçu"
Garip bir terslik olmaz ise bugün Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'le birlikte Lüksemburg'a, Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerin fiilen başlamasına şahitlik etmeye gidiyoruz. Bugün "Bilim ve Araştırma" başlığı müzakereye açılacak ve sorunsuz olarak kapanacak. Böylece de fiili müzakere başlamış olacak.
Müzakerelerin fiilen başlamasının tarihsel önemi yanında, AB ile Türkiye arasındaki "zihniyet farkını" bir kez daha somutlaştıran ve bu farkın aşılmasına yardımcı olacak olan on dokuz sayfalık "Ortak Tutum Belgesi" de resmiyet kazanacak. Bu belge kıyısından köşesinden medyaya yansıdı ama derinlemesine ele alınmadı. Metin, 3 Ekim sonrası Türkiye'nin geçtiği aşamaları değerlendiriyor ve ciddi bir şekilde eleştiriyor. Bu metni okuyunca, demokratik bir hukuk devleti olmak için aşılması gereken etapları ve uzun yolu bir kez daha görüyoruz. Bugün hayata geçecek olan bu kısa metin, günlük yaşamımızdaki eksik olan kişisel özgürlükleri somut bir şekilde resmediyor. Bunu dikkatlice okuyunca gerçek bir demokrasiyle aramızdaki açıyı da açıkça görüyorsunuz. AB ile Türkiye arasındaki özgürlük farkını bir olayla örnekleyelim. Ortak Tutum Belgesi hala çok ağır bir askeri devlet olmamızdan yakınıyor. Askerler, Askeri Ceza Yasası'nda da yasak olmasına rağmen sürekli siyasete müdahale ediyor ve demeçler veriyor. Milli Güvenlik Strateji Belgesi sivillerin inisiyatifinde değil. Savunma harcamaları doğru dürüst denetlenemiyor. Bunlar bugün yayınlanacak olan belgede teker teker sıralanmış. AB, bunları katiyetle anlayamıyor.
Bizim askeriye de AB'deki özgürlükleri anlamak istemiyor. Örneğin, AB Zirvesi'ne "vicdani ret" konusunda skandallarla dolu bir hafta ardından gidiyoruz. Vicdani gerekçelerle askerlik yapmayı reddetmek tüm Avrupa'da temel hak ve özgürlüklerin bir parçası sayılıyor. Avrupa Konseyi'nin üyesi 46 ülke, ikisi hariç, bu hakkı kendi vatandaşlarına tanımış durumda. Tanımayan iki ülkeden biri Türkiye, diğeri de Azerbaycan... Vicdani ret hakkı için adım atanların başına neler geldiğini yıllardır izleyip duruyoruz. Hele bu konuda isteğinin haklılığını AİHM'ye tescil ettiren Mehmet Tarhan'ın hayatı cehenneme döndü. Şu anda da askeri cezaevinde zor bir yaşamdan geçmekte olduğunu öğreniyoruz.
Ne var ki, inceden akan bu hak arama konusu, Perihan Mağden'e açılan davayla büyüdü. Bir gündem maddesi haline geldi. Perihan Mağden, geçtiğimiz aralıkta "vicdani ret bir insan hakkıdır" başlıklı bir yazıyla, yaşamı kararmış bulunan Mehmet Tarhan'a destek verdi. Genelkurmay Adli Müşavirliği, bu yazı için suç duyurusunda bulundu. İstanbul Başsavcılığı da TCK'nın 318. maddesi gereğince "halkı askerlikten soğutma suçu" ndan dava açtı. Duruşmanın ilk günü de bir rezalet oldu. Adı çetelerle anılan birileri ve olaya nasıl müdahil olduğu anlaşılmayan "şehit anneleri" grubu, güvenlik güçlerinin hoşgörüsüyle bir terör ortamı yarattı. Avrupa'da sıradan bir hak olan bir özgürlüğü burada yasaklamakla kalmadık, buna ait fikir belirtenleri de saldırganlıklarla karşı karşıya bıraktık. Üstelik, hayatın en büyük acısını yaşamış olan çileli anneleri de "çocuklar ölmesin" diyen bir anlayışa muhalif gibi sunduk.
Aslında küçücük bir grubun oluşturduğu protestocular "her Türk asker doğar" diye bağırıyordu. Bu bile "sivilleşmenin" hangi aşamada olduğunu gösteriyordu. AB taraftarı olduğunu söyleyen askeriye, Avrupa'da sıradan bir hak olan "vicdani reddi" savunanları ihbar ediyor, son zamanlarda tüm bağlantıları deşifre edilmiş karanlık adamlar duruşmada terör yaratıyor ve fikir özgürlüğünün bu coğrafyada bir palavra olduğu tüm dünyaya ispatlanıyor. AB böyle bir resme rağmen Türkiye ile müzakere başlatıyor.
Siz demokratik bir ülke düşünün ki "halkı askerlikten soğutma" suçu diye bir suç olsun. Madem böyle tuhaf "suçlarımız" var o zaman bir tane daha icat edebiliriz. "Halkı sivilleşmeden soğutma" da suç olsun. Bu ülkede askerliği korumak kadar sivilliği korumanın da önemli olduğunu gösterebiliriz. Üstelik de AB'ye, "biz de fikir özgürlüğü yok ama suç icat etme özgürlüğü var" diyerek de övünebiliriz.
|