| |
Partizan kadrolaşma herkese zarar verir...
Kısa bir süre de olsa kamuda görev yaptım. 1974'te TRT'de Haber Dairesi'ni yönetmekle görevlendirilmiştim. 12 Mart 1971 askeri müdahalesi ertesindeki geçiş dönemi yaşanmaktaydı. O darbe, özellikle sol düşüncenin tasfiye edildiği, devleti "Komünizm tehlikesi" nden kurtarmak için tutuklamaların ve idamların yapıldığı bir dönem olarak tarihe geçti. Daire Başkanlığı makamındaki odamda masaya oturduğumda, TRT çalışanlarından bazılarının, benden önceki yetkiliye hitaben birbirleri hakkında yazdıkları ihbar mektuplarını masanın çekmecelerinde bulmuştum. - Sayın Başkanım, yanımdaki masada oturan ... isimli kişi, sürekli sol yayınları okumaktadır. Arz ederim. - Sayın Başkanım, haber merkezimizde çalışan ... isimli muhabirin çekmecesinde Sovyetler Birliği' yle ilgili bir kitap buldum. Bu kitabı size arz ederim. Aradan geçen yıllar boyunca Ankara'daki iktidarın ideolojisine uymayanların sade kamu işyerlerinde değil, özel sektör işletmelerinde de nasıl fişlenip, ihbar edildiklerini ve işsiz bırakıldıklarını defalarca gördüm. Son olarak 28 Şubat 1997'de başlayan postmodern darbe sürecinde, bu kez "Dinci" veya "Şeriatçı" oldukları iddialarıyla sayısız insan tasfiye edilmedi mi?
TAKIM KURMAK Bir açıdan bakıldığında bu olay "Karşıt görüşün tasfiyesi" anlamına gelir. Ama bir başka açıdan bakarsanız bu tasfiyeler, birilerinin "Kendi takımını kurmak" için kullandıkları fırsatlardır. Bir başka açıdan bakınca da, Türkiye'de sürekli "Değiştirme birlikleri" nin "O gün"ün gelmesini beklediklerini görebilirsiniz. Bu beklentiye dayalı oluşan gelenek sonucu, Türkiye'de "Know how" yani "Bilgi" değil, "Know who" yani "Adamını bul" ilkesi geçerli olmuştur. Bu gelenek devlet kadrolarına da, özel sektöre de yansımıştır. En başarılı, en bilgili ve deneyimli insanlar bile, tepedeki değişiklik sonucu kızağa çekilmekte, her yeni yönetim kendi takımını kurmak eylemine geçmektedir. Siyasi iktidarın değişmesi ise Ankara'da çok fazla sayıda tasfiye edilmiş mutsuz kadrolar yaratmaktadır. Bunlar arasında sadece yeni iktidarın kadrolarına yer açılması için kızağa alınan gerçekten başarılı, çalışkan, yetenekli insanlar da bulunmaktadır. Ama aynı şekilde sadece eski iktidara yakın oldukları için iş bulabilmiş asalaklar da fazlaca vardır. Dünün Ankara'sında olduğu gibi bugünün Ankara'sında da durum böyledir. "Dışarıdan" ve farklı bir ideolojiden gelen AK Parti iktidarı da, "Yerleşik Ankaralılar"ı bir kenara itip, "Kendi takımı" nı kurmuştur. Kenara itilenler ise, bu yeni takımı hem öfkeyle izlemekte ve onların her hatalarını not edip, kamuoyuna duyurmaya çalışmaktadır. Aynı şekilde İstanbul'un yerleşikleri ve özellikle "Büyük sermaye" de, Ankara'daki iktidara ne kadar yakın olmaya çalışsalar da, kendilerinin "Yabancı" konumunda algılandığını hissetmektedirler. "AB hedefi" bile, AK Parti ile yerleşikleri kaynaştıramamıştır.
YENİ OLİGARŞİ "Eşleri başörtülü olanlar"dan oluşan bir yeni oligarşiden söz edildiği her vesile ile her mekanda duyulmaktadır. Açıkçası eski tablolar da bu yeni tablo da "Demokratik değişim" olgusuna sığan şeyler değildir. Tepeden tırnağa tüm kadroların tasfiye edildiği veya kızağa alındığı durumlar, demokraside değil, darbelerde ve ihtilallerde görülür. Demokratik değişim sonucu iş başına gelen iktidarlar, ülkenin tüm insan birikimlerinden yararlanırlar. Farklı siyasal görüşler, seçim dönemlerinde devreye girer. Kadro değişiklikleri, ancak çok üst ve kilit noktalarda yapılır. Gelişmiş ve yerleşik demokrasilerde bu böyle olur. Eğer bugün AK Parti iktidarına dönük "Rejim endişeleri" seslendiriliyorsa, bunda "AK Parti' nin kadrolaşması" nın etkisi fazlasıyla bulunmaktadır. Çünkü nasıl başı açıklar veya "Beyaz Türkler" diğerlerini "Ötekiler" gibi görmekteyse, AK Parti iktidarı da kadrolaşması ile, kendileri gibi olmayanların "Ötekiler" gibi görüldüğünü hissettirmiştir. Bu tablo içinde "Ulusal uzlaşma" lar, "Ortak heyecanlar", "Uzlaşma" lar çok zor bulunur. İktidarlar toplumun yetişmiş beyinlerinin ve dinamiklerinin ancak kendileri yanında olanlarını kullanırlar. Toplumun dışlanan kesimi "Ulusal başarıları" da, "Onların başarısı" olarak kabul edip, bunları görmezden gelir. Bakın işte, durumun böyle olduğunu kolayca görebilirsiniz. Enflasyonun düşmesini, ihracatın artmasını ve sürdürülebilir büyümenin yakalanmasını görmezden gelen kesimler, ekonomideki son dalgalanmayı "Biz dememiş miydik" diye adeta mutlulukla karşılamıyorlar mı?
|