Danıştay'da tesadüfler ve komplo
İşte "çorap söküğü" gibi çözüleceği söylenen, ancak kısa zamanda "sis perdesi" ardında flulaşan Danıştay soruşturmasında garip bir tesadüf daha: Danıştay saldırganları arasındaki Osman Yıldırım, 1999'da İnsan Hakları Derneği Başkanı İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal'a yönelik suikastı azmettirmekten hüküm giyen Semih Tufan Günaltay'la " hapishane arkadaşı ." Kendini o dönem Türk İntikam Tugayı (TİT) altı örgütünün lideri olarak tanımlayan Günaltay ve çeksenet tahsilatı dahil 6 sabıkası olan Yıldırım, Yozgat'ta uzun süre aynı koğuşta kalmış. Bu ne demek? Hükümet üyesiyseniz, Danıştay saldırısının "ulusalcı" kesim tarafından organize edilen "derin" bir komplo olduğunun bir işareti. Hükümetin fazlaca aceleci davranarak olayın "laikliğe saldırı" boyutunu gömmek istediğini düşünenlerdenseniz, bu yalnızca bir tesadüf. Sorgulayıcı akıl kullanan bir savcı ya da emniyetçi içinse, bu detay ne bir komplo ne de tesadüf. Hukuki açıdan hiçbir bağlayıcılığı olmayan bir bilgi. Buradan çıkacak tek sonuç, Danıştay saldırısına soyunan çapulcular çetesinin her türlü karanlık hareket ve gruba yamanmaya çalıştığı... Gerçekten de ilginç bir patoloji sergileyen katil Alparslan Arslan, serseri mayın gibi emekli astsubay Muzaffer Tekin'den Sedat Peker'e kadar her çevreye yanaşmaya çalışmış. Arkadaşları, içki içen, çek senet olaylarına karışan tipler. Alparslan Arslan, ordudan ayrılan Muzaffer Tekin'i tanıyor ve eylemden önce sıkça telefonla aramış . Muzaffer Tekin ise Günaltay'dan Veli Küçük'e kadar medyada "derin devlet" ismiyle özdeşleşen bir çok kişiyi tanıyor... Ancak tüm bunlar hükümetin inanmaya çabaladığı "derin komplo"nun varlığını kanıtlamaya yetmez. Örneğin ya Alparslan Arslan'ın kendini mafya ve başka çevrelere yamamaya çalışan ya da büyük bir eylemle meşhur olma sevdasında olan biriyse Ya gerçekten derin devlet olmaktansa "derin devlet takılma" hevesiyle büyük bir eylemle tarihe geçme sevdasındaysa ... Tüm bu seçenekler titiz bir soruşturma yerine medyatik bir kafa karışıklığına dönüşen Danıştay saldırısında deliller yerine "komplo"yla başlamanın ne büyük bir hata olduğunu bize her gün hatırlatıyor. Gelinen noktada ortada teori var, bu teoriye inanan bir hükümet var, ancak kanıt yok! " Garip ilişkiler yumağı " ya da " Hepsi birbirini tanıyor " diye feryat etmenin hukuki bir kıymeti olmadığına göre, bu soruşturmanın gidişatı Türkiye'de polis ve savcıların çağdaş soruşturma yürütebilmesi açısından daha donanımlı olması gerektiğini gösteriyor... Bu kafa karışıklığını gidermek için, benzer soruşturmalarda görev almış tecrübeli bir emniyetçiye soruyorum: Nasıl yorumlamalı bu garip ilişkiler yumağı ve hükümetin derin komplo iddialarını? " Bazen gerçek, komplolardan daha basittir" diyor. Emniyet çevrelerinden öğreniyoruz ki Akın Birdal'a yönelik TİT saldırısından bu yana polis ve istihbarat bu tarz kendine "derin devlet" havası veren ve " vatanmillet " diye yola çıkıp " çek-senet "te karar kılan yer altı yapılanmalarını izlemekte. Çoğunlukla kendi güçleri ve bağlantılarını abartan, palavracı tipler var bu gruplarda. Çok şey yapıyormuş gibi görünüp fazla bir faaliyet içine girmiyorlar, bolcana yazıp çiziyorlar. Bu tarz suikastlar için belli bir siyasi teori sağlıyor olsalar da, örgütsel anlamda şu ana kadar ciddiye alınıyorlardı. Tecrübeli emniyetçilerden anlıyoruz ki, Danıştay'a yönelik saldırı ölçeğinde devasa ve karmaşık olaylar, bir çırpıda çözülebilecek cinsten soruşturmalar değil . Bu yüzden de hükümetin, ilk başta kendisine aktarılan teoriye inanmaktansa daha temkinli olması gerekiyor. Bu tarz soruşturmalarda siyasi erk ve emniyet arasında " filtrelere " ihtiyaç var. Sorgulayıcı akıl ve şeytan avukatlığı şart. Ankara'da konuşulan, Danıştay olayının ilk andan itibaren Başbakan Erdoğan'a belli bir biçimde lanse edildiği, hükümetin bu yüzden "komplo" teorisine ilk andan inandığı. Bunu yapanlar, şimdi eldeki delillere objektif bir gözle bakıp "Belki de yanılmışız" diyecekler mi?
|