kapat
   
SABAH Gazetesi
 
   News in English
   Son Dakika
  » Yazarlar
   Günün İçinden
   Ekonomi
   Gündem
   Siyaset
   Dünya
   Spor
   Hava Durumu
   Sarı Sayfalar
   Ana Sayfa
   Dosyalar
   Teknoloji
   Emlak
   Otomobil
   Detaylı Arama
   Arşiv
   Etkinlikler
   Günaydın
   Televizyon
   Astroloji
   Magazin
   Sağlık
   Kültür Sanat
   Turizm Rehberi
   Cuma
   Cumartesi
   Pazar Sabah
   İşte İnsan
   Sinema
   20. YILA ÖZEL
   Çizerler
Bizimcity
Sizinkiler
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Ulku Tamer @ SABAH
 

Sadece Hadi Çaman mı paramparça?

Hadi Çaman, tiyatrosundan, on altı yıldır perde açtığı salonundan çıkarılıyormuş. Önce Hıncal'ın yazısından öğrendim bunu. Sonra Hadi telefon etti. Eşimle gittik, Hakkı Devrim'le, Tuncer Cücenoğlu'yla birlikte oyunu, Paramparça'yı seyrettik.
Hıncal'ın yazdığı gibi, Hadi "paramparça". Tiyatrosu Nişantaşı'nda. Rüştü Uzel Meslek Lisesi'nin salonu. Okul bahçesinin öğrencilere küçük geldiği, salonun da okul tarafından kullanılacağı belirtilmiş, Hadi'nin 15 Haziran'a kadar işyerini "tahliye" etmesi istenmiş.
Oysa okul, salonu istediği zaman çeşitli etkinliklerde zaten kullanmaktaymış.


Kim bilir kaç yıldır tanıyorum Hadi'yi. İlk oyununu hatırlıyorum. Dormen Tiyatrosu'nun Altın Çocuk'unda küçük bir rolü vardı. Zamanla o topluluğun ayrılmaz bir parçası oldu. On yıl boyunca.
Başka tiyatrolarda da oynadıktan sonra çılgınca bir iş yaptı, kendi topluluğunu kurdu. Onun tiyatro sevgisinin sadece "rol oynamak" la sınırlı kalmadığını, neredeyse varlığının nedeni haline gelen inanılmaz bir tutkuya dönüştüğünü yakından biliyorum.
Deniz Feneri oyununu düşünüyorum.
Tiyatro serüveninden çizgiler sunuyordu. Sahneyi paylaştığı başka "deniz fener" lerine, Yüksel Gözen'lere, Altan Erbulak'lara, Turgut Boralı'lara, Nisa Serezli'lere ilişkin anılarını aktarıyordu. Sahneyi onunla paylaşan Candaş'ı aracı kılıp seyircisine o sıcak dünyasından renkler sunuyordu.
O renkler arasında bir daha görüyorduk: Sanat kadar netameli bir iş yoktur. Çile onda, parasızlık onda, uykusuzluk onda, yürek çarpıntısı onda.
Ama sanatçıysanız başka iş yapamazsınız. Kimi "manyaklık işte" der geçer buna, kimi saygı duyar.
Bugün salonundan çıkarılmak istenmesi olayında önemli olan Hadi'nin kendisi değil. Bir yapının daha, üstelik sudan sebeplerle, yok olması. Tek tiyatrosu olan
"uygar, seçkin, her yanından Batı benzeri kafelerin fışkırdığı" bir semtin varlığı zaten tartışılabilir "sanat damarlarından" birinin kopması.
Ama sadece Hadi mi paramparça?


Hadi yakınıyor. Hepimiz yakınıyoruz. Müzelerde değerli eşyaların yanında küçücük notlar görürüz hani. "Lütfen dokunmayın" diye. Ben de çevreme bakıp, "Lütfen yakınmayın," diyorum.
Yakınmayalım.


Hatırlıyorum. Millet Meclisi Başkanvekilliği yapmış anlı şanlı bir politikacımız, ilkokul çocuklarının bile ezbere bildiği bir atasözünü söyleyemiyordu. "Davul" diyordu, "sivrisinek" diyordu, "az" diyordu, "çok" diyordu. Ancak ikinci günün akşamında başarabilmişti bunu. Hem de televizyon kameralarının karşısında. "Nasıl becerdim ama!" gibilerden, gülerek.
Dehşete kapılmamıştık. Şaşırmamıştık bile.
Biz de gülmüştük.
Aslında paramparçalığın bir örneğiydi bu.
Politikaya, spora, trafiğe, kent yaşamına, insan ilişkilerine bakın. Hangisi paramparça değil?


Evet, yakınıyoruz. Yakınıyoruz da niye yakınıyoruz acaba?
Gündelik yaşamımızın "vazgeçilmez" ini düşünelim.
Herkesin televizyon başında toplandığı saatlerde incir çekirdeğini doldurmaz şeyleri "dizi" diye yayımlayanlar bizler değil miyiz? Niye yakınıyoruz? Gerçek oyuncuları elimizin tersiyle itip magazin sayfalarından sanatçı yaratmaya kalkışanlar bizler değil miyiz? Şarkıcı diye, oyuncu diye seyircinin karşısına bakımsız Herküller, besili Afroditler, yumurcak Beberuhiler çıkaranlar bizler değil miyiz? Niye yakınıyoruz?
"Haberler" i kabul günü ya da mahalle kahvesi dedikodularıyla dolduranlar bizler değil miyiz? Niye yakınıyoruz? Doksanıncı sınıf şarkıcıların ipe sapa gelmez atışmalarını saatlerce izletenler bizler değil miyiz? Üstelik onları izlerken öfkelenmeyen, o "yüce" sanatçıların hepsini bağırlarına basanlar bizler değil miyiz? Niye yakınıyoruz? Belgeselleri, yayımlamak zorunda olduğumuz için hatırlayanlar, onları da gece yarılarından sonralara atanlar bizler değil miyiz? Niye yakınıyoruz? Karşımıza ne çıkarılırsa onu seyrediyoruz. Yarın biri iki elini kameraya uzatıp, "Hayret bir şey, bakın iki elimde tam on parmak var," dese, onu da büyük ilgiyle izleyeceğiz.
Niye yakınıyoruz?


Bütün bunları yapacağız, sonra da yüzümüz kızarmadan yana yakıla, "Türkiye nereye gidiyor?" diye soracağız.
Türkiye nereye gidecek! Bizim götürdüğümüz yere gidiyor.

YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI
 İnsan Yasası   / 22-05-2006
 Bırakın da boş sayfalar dolsun   / 15-05-2006
 100 yaşında bir delikanlı: Sait Faik   / 08-05-2006
 Sadece kitap sevmek değil, kitabı da sevmek   / 01-05-2006
 Hem "anlamak" hem "duymak" için   / 24-04-2006
 "Yine kamyonlar kavun taşır..."   / 17-04-2006
 Bilgisayar icat oldu...   / 10-04-2006
 Fuzulî fâilâtün
Karac'oğlan dört dört üç
   / 03-04-2006
 Bağırıp çağırmadan kırıp dökmeden   / 27-03-2006
 Sinema seyirciliğinden film seyirciliğine   / 20-03-2006
ÜLKÜ TAMER
Sadece Hadi Çaman mı paramparça?
Hadi Çaman,...
YAVUZ BAYDAR
'Çernobil' paniği?
Atatürk Havalimanı'nda çıkan büyük...
Bu çocuk 10 milyon euro eder!
Bu çocuk 10 milyon euro eder!
Tigana'nın Burak konusunda Beşiktaş yönetimini "Bu çocuğu şimdi...
Nefesimiz yetmiyor: 1-1
Nefesimiz yetmiyor: 1-1
Milliler, Belçika ve Gana'dan sonra Estonya karşısında da öne...
AB'den dönüş yok
Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin ihracatında ve Türkiye'ye yapılan...
Parti mi kuruyorsun Sayın Cumhurbaşkanım!
Bu soruya "Daha iyisini yapıyorum, Türkiye'yi konuşuyorum" yanıtı...
 
    Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon | Hava Durumu
Spor | Günaydın | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin | Sağlık | Bizim City | Çizerler
Cumartesi | Pazar Sabah | Sarı Sayfalar | Otomobil | Dosyalar | Arşiv | Künye | Ana Sayfa
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Üretim ve Tasarım   Merkez Bilgi Grubu