|
|
|
|
|
Kıyamet habercisi
|
|
Geçen yıl bu zamanlar onu Tahranlılar ve mollalar dışında kimse tanımıyordu. Bugün ise dünya çapında üne kavuştu.
Kıyamet habercisi
Geçen yıl bu zamanlar onu Tahranlılar ve mollalar dışında kimse tanımıyordu. Bugün ise dünya çapında üne kavuştu. Alaska'dan Kamçatka'ya kadar herkesin dilinde o, aklında o. Dahası, her konuşmasıyla tüm dünyanın yüreğini ağzına getiriyor. O kadarla da kalmıyor; ailelerden devletlere kadar bütçe dengelerini altüst ediyor. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'dan söz ediyoruz. Bölgemizde yeni bir maraza çıkarmak için elinden geleni ardına koymayan, dünyanın sinirlerini test etmekten özel bir zevk alan adamdan. Kısa boyu, avuç içi kadar yüzü, siyah ama biraz seyrekçe sakalı, sık yıkanmıyormuş izlenimi veren -hatta bu konuda ısrarlı iddialar yayılmasına neden olankirli saçları, üstünden dökülen özensiz dikilmiş ceketi, ucuz kazağı, işporta tezgahlarından alınmış ve pek cila yüzü görmemiş ayakkabılarıyla, tuhaf bir insan var karşımızda. Tuhaflığı sadece onu sirk palyaçolarına benzeten giyimi kuşamı değil; onun da ötesinde sabit fikirleri. O fikirlerin onu uzaktan komutayla yönetilen robot örneği, dünyanın başına büyük belalar açacak hedefe doğru emin ve -ne yazık ki- galiba pek de geri dönüşü olmayacak şekilde götürmesi. Çünkü ister inanın ister inanmayın, o kendini kıyamete yakın zuhur edeceği söylenen '12'nci İmam'ın yani 874 yılında kayıplara karışan Mehdi'nin dönüşünü hızlandırmakla görevlendirilmiş kişi olarak görüyor. Kıyamet de modern çağlarda yani günümüzde ancak bir nükleer çatışmayla kopabileceğine göre... Bırrr!
Mahmud Ahmedinecad, 1956'da, başkent Tahran'ın 125 kilometre kadar doğusuna düşen, çölün kıyısındaki 10 bin nüfuslu Garmsar kasabasında, yedi çocuklu bir ailenin dördüncü evladı olarak dünyaya geldi. Babası demirciydi ve dindardı. Annesinin okuma yazması yoktu ama babasından da dindardı. Aile o sıralar Sabaryan soyadını taşıyordu. Baba, aile adını ertesi yıl, Mahmud henüz bir yaşındayken yoksulluktan kurtulmak için taşı toprağı altın Tahran'a göç etmelerinden sonra Ahmedinecad olarak değiştirdi. Yeni soyadıyla taze bir başlangıç yapabilmek için. Başkentte küçücük bir çilingir dükkânı açtı. O sıralar Dr. Muhammed Musaddık fırtınasını -ABD ve İngiliz gizli servislerinin yardımıyla- yeni atlatmış olan Şah Rıza Pehlevi ve menekşe rengi ama tahtın geleceği için bir evlat verememesinin derin hüznü çökmüş gözleriyle eşi Prenses Süreyya dünya basınının en gözde, en tükenmez ve her zaman güncel malzemeleri arasında yer alıyordu. Ve genç Şah, 1963'te düğmesine basacağı 'Beyaz Devrim'in hazırlıklarını yapıyordu. Yani toprak devriminin. Bu, geniş arazilere ve mülklere sahip ruhban sınıfını, mollaları can evinden vurmak anlamına geliyordu. Şah ülkesini modernleştirme, çağdaşlaştırma reformunun bedelini 20 yıl kadar sonra çok ağır ödeyecekti. Onunla birlikte İran orta sınıfı, müthiş kültürlü burjuvazisi, Batı yanlısı, batılılaşmış aydınları da...
TEHLİKELİ KOKTEYL Mahmud Ahmedinecad, bir yaşında geldiği Tahran'ın güneyinde büyüdü. Yoksullar yatağı diye bilinen kesimde. Ve de yoksulluğun kamçıladığı ya da taşıdığı öfke, yabancı düşmanlığı, Batı karşıtlığı karışımı tehlikeli kokteylin günün, gecenin her anında yudumlandığı mahallelerde. Modernliğin simgesi Şah'ın, Prenses Süreyya'nın, Gülistan Sarayı'nın göz kamaştırıcı yaşamı, bu kokteyle zehirli mi zehirli bir tat katıyordu. Daha sonra da tahta varis için Süreyya'nın yerini Prenses Farah Diba alacaktı. Oğlunu, Prens Rıza'yı babasının kollarına verdiği andan itibaren de kraliçelik unvanını hak eden Farah Diba.
Mahmud Ahmedinecad pek parlak bir öğrenci değildi. Hatta silikti bile diyebiliriz. Evet çalışkandı, disiplinliydi ama arkadaş gruplarına pek karışmıyordu. Hele o gruplarda kız öğrenciler de varsa. O futbolu kızlara tercih ediyordu. Ortaöğreniminden sonra mühendis olmak amacıyla 1975'te teknik üniversiteye kaydını yaptırdı. Ancak bir iki yıl sonra sürgündeki Ayetullah Humeyni'nin önce Necef'ten, daha sonra Paris'ten gönderilen ateşli konuşmalarının kasetleri İran'ın tüm kentlerinin yoksul semtlerinde yankılanmaya başlayıp İslam devriminin kıvılcımı çakınca Ahmedinecad, camilerdeki vaazları üniversitedeki derslere tercih etmeye başladı. Onun gibi katı ve Humeyni için ölümü bile göze almış gençlerin arasında çok daha mutlu olduğunu hissediyordu. Aslında okulunda da farklı bir ortamdan söz edilemezdi. Teknik üniversitenin öğrenci derneğinde radikal İslamcılar çoğunluktaydı. Ahmedinecad kısa sürede dernekte sivrildi, Şah'ın tahtını tacını bırakıp yurtdışına gitmesinden hemen sonra da liberaller ve solcularla bağları koparmak için İslamcı öğrenciler derneğini kuran grubun içinde yer aldı. 1979'da Humeyni'nin sağ kolu olan Ayetullah Beheşti'nin (daha sonra Halkın Mücahitleri Örgütü'nün İslamcı rejimin önde gelenlerini hedef alan bombalı suikastlerinin birinde hayatını yitirecekti) önerisiyle kurulan 'Üniversiteler ve din okulları arasındaki birliği güçlendirme bürosu'nda teknik üniversite öğrencilerinin temsilciliğine getirildi. Beheşti, üniversite gençliğinde Halkın Mücahitleri'nin hızla artan etkinliğini göğüslemek için bu örgütlenmeyi tasarlamıştı. 1979 Kasım'ında ABD'nin Tahran Büyükelçiliği'ne baskın ve işgalde o bürodaki kadrolar hayati rol oynadı. Kimler yoktu ki o kadrolarda; İbrahim Askarzade, Muhsin Mirdamadi, Muhsin Kadivar, Muhsin Agacari, Abbas Abdi. Bugün o isimlerin çoğu rejim muhalifleri safına geçti. Örneğin Muhsin Kadivar, Muhsin Agacari... Sonsuz bir düş kırıklığının bedelini şimdi adını duyanın iliklerine kadar ürperdiği Tahran'daki Evin Cezaevi'nin karanlık hücrelerinde ödüyorlar. Söylentiye göre, büroda ABD Büyükelçiliği'nin işgal edilmesi önerisi tartışılırken Ahmedinecad, "Benim başka bir önerim var," dedi, "ABD Büyükelçiliği'nin yanı sıra Sovyetler Birliği Büyükelçiliği'ni de basıp ele geçirelim. Çünkü bizim ve rejimimiz için asıl büyük tehlike komünizm". Dikkate alınmadı. Bugün nükleer krizde İran'ın en sağlam koruyucusu Rusya Federasyonu, Ahmedinecad'ın hamisi de Sovyetler Birliği'nin çöküşünü "Yüzyılın jeostratejik trajedisi," diye tanımlayan Başkan Vladimir Putin, iyi mi! 4 Kasım 1979'daki baskınla başlayan ve 444 gün süren ABD Büyükelçiliği'nin işgaline Ahmedinecad'ın da katıldığı iddiaları ortaya atıldı. Hatta büyükelçilikte rehin alınan 52 Amerikalı görevliden bazıları ona benzer birini hatırladıklarını söyledi. Ancak bu iddialar kanıtlanamadı. Aynı şekilde, 13 Temmuz 1989'da Viyana'da aralarında İran Kürdistan Demokrat Partisi lideri Abdülrahman Hasemlu'nun da bulunduğu üç Kürt muhalifin öldürülmesine de tetikçi olarak katıldığı öne sürüldü. O da bugüne kadar kanıtlanamadı. Ancak kesinlikle bilinen bir şey var; Viyana suikastlerini planlayanlar ve uygulayanlar bugün Ahmedinecad'ın yakın çalışma arkadaşları arasında yer alıyor. 1980'de Humeyni'nin 'İslami kültürel devrim' dediği üniversitelerdeki köklü 'temizlik' operasyonunda Ahmedinecad ve büro arkadaşları kilit rol oynadı. 'Muhalif' olduğundan kuşkulanılan öğretim üyeleri ve öğrenciler sadece üniversite dışına çıkarılmakla kalmadı, topluca tutuklanıp Evin'de dayanılmaz işkenceler eşliğinde sorgudan geçirildi. Bazıları bu sorgularda can verdi, kalanların çoğu da infaz timlerince ortadan kaldırıldı. O devrim' süresince, üç yıl üniversiteler kapalı kaldı, Ahmedinecad da devrim muhafızları saflarına katıldı.
ACIMASIZ BİR İŞKENCECİ 1980'lerin ilk yıllarında Ahmedinecad devrim muhafızlarının iç güvenlik biriminde görev aldı. Acımasız bir sorgucu ve işkenceci olarak kısa sürede ün yaptı. Hatta 1997-2005 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan reformcu ve ılımlı kanattan Muhammed Hatemi'nin danışmanlarına göre Ahmedinecad o dönemde bir ara Evin cellatları arasında bile yer aldı, binlerce siyasal tutuklunun katledilmesinde bizzat görev yaptı. 1986'da Ahmedinecad'ı daha yüksek bir görevde görüyoruz: Devrim muhafızları bünyesinde oluşturan özel tugayın komutanlarından biri. İran'ın batısındaki Kermanşah yakınlarında üslenen Ramazan Garnizonu'na atandı. Burası sınır ötesi operasyonların karargâhıydı. Yani devrim ihraç etme planı çerçevesinde komşu ülkelerdeki terörist eylemlerin planlandığı ve uygulandığı merkez. Birçok eylemin Ahmedinecad'ın imzasını taşıdığı, hatta kendisinin de bazen bizzat bunlara katıldığı, örneğin Irak'la yedi yıl süren savaş sırasında Kerkük'te bir dizi operasyonda yer aldığı söyleniyor. Onca işi arasında üniversiteyi bitirip mekanik mühendisliği diplomasını cebine koymayı, hatta 'Toplu taşımacılık' dalında doktora yapmayı başardığını belirtelim. Daha sonra onu İran'ın kuzeydoğusundaki Maku ve Hoy illerinin valisi olarak görüyoruz. Ardından da, 1993'te Kültür ve İslami Yönlendirme Bakanı Ali Laricani'nin danışmanı olarak. (Bugün Laricani, İran'ın nükleer programının patronu. Ayrıca Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri.) Danışmanlığı uzun sürmedi, birkaç ay sonra Erdebil Valiliği'ne atandı. O görevinde üç yıl üst üste İran'ın en başarılı valisi seçildiğini kaydetmek de boynumuzun borcu.
ŞANSI YÜZDE 1'Dİ 1997'de Hatemi yönetimi işbaşına gelince ilk icraatlarından biri Ahmedinecad'ı görevden almak oldu. O da teknik üniversiteye döndü. Bu kez öğretim üyesi olarak. Ve sürpriz; 2003'te Tahran Belediye Başkanlığı'na adaylığını koydu. Bir başka sürpriz; hiç kimsenin zerrece şans tanımadığı bu aday, seçimi kazandı. Örgütçülüğü, devrim muhafızlarındaki ve 'Bassici' denilen halk milislerinin hem müthiş hem de 'derin' desteğiyle. Bu görevinde başkent halkının önemli bir bölümünün takdirini kazanmayı başardı. Televizyon ekranlarında onu temizlik işçisi kıyafetiyle elinde süpürge Tahran sokaklarında çöpleri toplarken yoksul semtlerin sakinleri, "Tahran'ın patronluğu bile onu değiştirmedi," diye düşündü. Aslında sadece şov olarak yapmadı onları, örneğin TV kameralarının olmadığı ortamlarda kanalizasyon kapaklarını elleriyle kaldırıp tıkanan lağım borularını açtığı söylenir. Ayrıca her sabah bir elinde eşinin hazırladığı öğle yemeğinin bulunduğu sefertası, 70 metrekarelik gecekondusundan makamına bisikletiyle ya da çok eski model Peugeot arabasıyla gidişleri de epey yandaş kazanmasını sağladı. Geçen yıl haziran ayında Hatemi sonrası dönem için cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu. Kamuoyu araştırmalarında sadece yüzde bir şans tanınıyordu ama o "Yüzde 100 kazanacağım," diyordu. 17 Haziran 2005'teki ilk turda Hüccetülislam Ali Ekber Haşimi Rafsancani'nin hemen ardından oyların yüzde 19.5'ini alarak ikinci tura kalınca İranlıların çoğunun gözleri fal taşı gibi açıldı. Hele iki hafta sonra yapılan ikinci turda rejimin en güçlü iki üç ismi arasında sayılan Rafsancani'yi alt etmesi şaşkınlığı şoka dönüştürdü. Gerisi malum. Şimdi İranlılardan sonra dünya da şok içinde.
SABIR SINIRLARINI ZORLUYOR Çünkü Ahmedinecad ne uluslararası kırmızı çizgileri dinliyor ne genel kabul görmüş doğruları. Şanslı da; petrolün sürekli yükselmesi sayesinde kasaların tıka basa dolması, bu pervasızlığını güç gösterisine dönüştürmesine de imkân verdi. Şimdi "İkinci Dünya Savaşı'nda altı buçuk milyon Yahudi'nin soykırımda can verdikleri hikâye veya rivayet," diyor, tüm dünya ayağa kalkıyor. "İsrail Devleti, İslam aleminin ortasında bir habis ur. Bir gün mutlaka haritadan silinecek," diyor kıyamet kopuyor. O da o kıyamete gülüp, "Çok meraklıysanız Avrupa'da veya Alaska'da Yahudilere bir devletlik yer verin," gibi söylemlerle kışkırtıcılığını sabır sınırlarının sonuna kadar dayatmaktan çekinmiyor. "Nükleer programımızdan bir milim bile geri adım atmamaya kararlıyız," meydan okumasıyla ABD Başkanı George Bush'un sinirlerini bozuyor, Avrupalıların uykusunu kaçırıyor, Rusya'yı milyar dolarlık ihalelerle, Çin'i de petrolle tavlamaya çalışıyor. Ve bu arada kızların, kadınların kıyafetleriyle, delikanlıların tişörtleriyle, dinledikleri müzikle uğraşmayı da ihmal etmiyor! Son projesi; İslam'a uygun giyim kuşamı sadece zorunluluk değil, moda da yapmak için tasarım yarışması. Ödülü, teşviki, -faizsiz- kredisi epeyce yüklü bir yarışma. Sadece 50 yaşındaki Ahmedinecad, yukarıda da belirttiğimiz gibi, 'Kıyametin mesajı' olacak Mehdi'nin bir an önce dönmesi için elinden geleni yapıyor. Kendini onun yeryüzündeki sözcüsü olarak görüyor. Hatta, bakanlarından Mehdi'ye tam itaat için şimdiden yazılı taahhütname aldığı bile söyleniyor. Gerisini varın siz düşünün.
|
|
|
|
|
|
|
|
|