Çorap söküğü gibi gelmeyen soruşturma...
Ankara'da kafalar karışık. Bir haftadır "Danıştay saldırısının azmettiricisi" olduğu söylenen emekli subay Muzaffer Tekin, delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Tekin'in saldırıda "kilit adam" olduğu bilgisi, medyanın uydurduğu bir balon değil, gazetecilere bizzat "hükümet kaynakları" ve bazı emniyet yetkilileri tarafından aktarılan bir bilgiydi. Bu yüzden de dün görüştüğüm Adalet Bakanı Cemil Çiçek savunmadaydı: "Size ben vermedim ki bu bilgileri. Ne benden ne de İçişleri Bakanı'ndan duydunuz bu lafları. Ben size sabırlı olun demiştin. Medya ise başka bir memur ya da polis şefinin el altından sızdırdığı bilgiyi manşete çekiyorsa ben şimdi ne yapabilirim?" Adalet Bakanı böyle diyor ancak başka bakanlar ve emniyet çevreleri şu ana kadar farklı konuştu. Saldırıdan bir hafta sonra gelinen noktada Danıştay soruşturması, medyaya sızan haberler, bölük pörçük enformasyon kırıntıları ve şizofren bir ilişkiler yumağı içinde trajikomik bir hal aldı. "Bir Ankara klasiği" de denebilir... Örneğin kanlı saldırıyı düzenleyen Alparslan Arslan'la ilgili ilk gelen bilgiler, Hizbullahçı olduğu, sonra Hizb ut-Tahrir'den olabileceği, Alperen ya da Nizam-ı Alem'le ilişkisi olduğu, ardından "ulusalcı" kesime yakın olduğu, "içki içtiği" ve de bu yüzden de saldırıyı "derin devlet komplosu" çerçevesinde düzenlemiş olabileceği yolundaydı. Yukarda saydığım bilgilerin her biri, resmi bir makamı olan "yetkililer" tarafından dile getirildi. En sonuncusu, Başbakan'ın da demeçleriyle hükümet için resmi görüş haline geldi. Aynı isimler, ısrarla Muzaffer Tekin'in de bu işin içinde olabileceğini söylüyordu. İşin içinde bir komplo olduğu ortada. Ama nasıl bir komplo? Hükümetin dediği cinsten Susurlukvari bir derin devlet operasyonu mu yoksa kendisine derin devlet havası veren yarı mafiosa "üç beş çapulcu" işgüzarlığı mı? Alparslan Arslan, emniyet ve savcıya verdiği ifadesinde bu eylemi Danıştay 2. Daire'nin türban kararı nedeniyle yaptığını söylüyor "Arkasında herhangi bir şey aramayın" diyor. Bu laf polis ve savcıyı kuşkulandırıyor. Arslan kendi çapında dindar biri; içki içmiyor (ilk günlerde ısrarla duyduğumuz "İçki içiyormuş işte!" lafına rağmen); ancak bara gidiyor ve beraberinde Ankara'ya gelen arakadaşları içki içen tipler. Arslan aynı zamanda kendini "milliyetçi" diye tanımlıyor. Çok zeki, agresif zaman zaman içine kapanık ama hareketli bir mizacı var. Hukuk Fakültesi'ni hızlı bitirmiş. Burada herkesi kuşkulandıran Muzaffer Tekin ve Danıştay katilinin içinde olduğu garip ilişkiler yumağı. Tekin, Arslan'ı tanıyor. Arslan, Sedat Peker'in avukatının ofisinde staj yapıyor, İbrahim Şahin'den Susurluk mimarlarına kadar bir çok kişiyi tanıyor. Tekin'e de emniyetteki sorgusunda Doğu Perinçek'i, İbrahim Şahin'i, Veli Küçük'ü tanıyıp tanımadığı soruluyor. Sorular taraflı mı yoksa emniyet bir şeyler bildiği için mi bunları soruyor bilemiyoruz. İşin ilginci... evinin dışını çelik kaplatan Tekin, bu isimlerin hepsini tanıyor. Ancak bu isimlerin birbirini tanıması, bu insanların "çete" olarak birlikte hareket ettiği ya da Danıştay'a yönelik saldırının arkasında oldukları anlamına gelmiyor. Ne hukuki ne de mantıksal açıdan. Bu karmaşık ilişkiler yumağında mahkemeye sunulan tek veri, Tekin ve Arslan'ın telefonla konuştuğu. Ayrıca soruşturmayı yürütenler, Tekin ve çevresinin kendine derin devlet havaları verdiği, ulusalcı camiada benzer havalar atan insanlar olduğu ve Alparslan Arslan'ın bu insanların çoğunu tanıdığını söylüyor. Garip, ancak buların hiçbiri çağdaş hukuk devleti mahkemeleri için yeterli delil sayılmaz. Saldırının üzerinde 10 gün geçti hala Alparslan Arslan'ın şifreleri çözülmüş değil. Ne yazık ki iş AB standartlarında delil toplama ve soruşturma yürütmeye gelince, topluca çuvallıyoruz...
|