Sev ama vurma!
Sevgi ile şiddet ne kadar "kanka" kılınmış. Yeni bir şey değil elbette. "Geleneksel kültür" ün has bahçelerindendi zaten "sevgili şiddet". Ama insanlığın deneyimlerinin, insanlık deneyimlerinin, artan, yaygınlaşan eğitimin, bunca gelişmenin, hukuk ve aklın o "kan" kalığı eritmesi beklenirdi. Oysa çok yerden fışkırıyor: "Onu çok seviyordum, o yüzden öldürdüm."
Sevgiliyi, eski sevgiliyi, eşi çok sevdiği için, başkasına yar etmemek için öldüren... Hatta hayatın acılarını çekmesinler diye çocuklarını öldürebilenler... En çok kendini, kendi namusunu sevdiği için kızını katledenlere karışıyor. Kendi takımını, kendi delikanlılığını, kendi kız arkadaşını çok sevdiği için bir başkasını öldürmeyi göze alabilen liseli bir gencin durumunu izahta "töre" filan manasız kalıyor. Bir çok "sevdiğini, sevdiği için, sevgi yüzünden" öldürme nedeni "gelenek" le değil, "bugün" le alakalı. Bugünün sevme, övünme, gurur, hava, delikanlılık, racon, özenti, iletişim, aşk, sevda, nefret, TV, dizi, sinema dili; tarihi, günü, hayatı algılama ve ifade biçimleri.
"Dinini çok sevdiği için" başkasına ölümüne (elbette ötekinin ölümüne) tahammülsüzlük... "Milletini, milliyetini çok sevdiği için" linç, cinayet, öfke, şiddet, çete vesaireye yakınlık, yatkınlık, düşkünlük... Elbette tamamen "bugüne has" değil de, geçmişten taşınan, kalıntı "sevgi-şiddet" kankalıkları sayılabilir; oysa, onlar da, eski terimlerle de olsa, yeniden üretiliyor. Yeniden üretildikleri dünya ise eskisi kadar "net" değil. At izinin it izine karışıp durması biraz da bundan. Din adına, millet-milliyet, etnisite adına şiddet ve ölüm, öldürmek, bireysel yahut örgütlü biçimde buna gömülmek, artık "salt kendisi"nden ibaret değil. "Sevgi" nefretle dolarken, çok sevdiğin dininin, milletini, vatanının, milliyetinin, halkının da altını oyacak, hayatını karartacak biçimde "oyuncak" oluyor, kullananın elinde. Bir çok "sözde siyasi" şiddet hareketinin uyuşturuculaşması, mafyalaşması, çeteleşmesi, casuslaşması, piyonlaşması, aynı anda bir çok şey olması, milli gibi görünürken maşalaşması, dini gibi görünürken bar, pavyon, haraçtan nemalanması, kapanın, tutanın, besleyenin elinde kalması da bundan.
Bir de, her şeye rağmen, şundan: Girişteki tüm "çok yerden fışkırma" manzarasına rağmen, fışkırıyor ama kolaylıkla kitleselleşemiyor; sel olup her yeri, her insanı içinde sürüklemiyor. Çok sayıda insan, değer verdiği, sevdiği kişi, kurum, topluluk ve kutsallıklarla bağını şiddet üstünden pekiştirmiyor artık. "Fışkıranlar" o yüzden, çok delikanlı, çok kanlı, çok kankalı, çok fışkırık göründüklerinde bile, "yalnızlığın şiddeti" nin kudurukluğu da var. Misal; ama öyle, ama şöyle, ille de daimi iç savaş havası, ortamı ve kana kan intikam histerisini yaşatmak isteyen, bununla gurur duyma takıntısı olanlar... Bazen din, bazen laiklik, bazen milliyetçilik, bazen etnik terör adına, ama her halükarda bir ulusun, bir toplumun esas çimentosu olan cumhuriyetçi eşitlik, özgürlük, kardeşlik ilkeleri ile demokratik çoğulculuk ve adalet, hukuk, hakkaniyet esaslarını katletmeye soyunanlar... Elbette bir sürü, "sevgim için öldürürüm" tıynetinde, fışkırık nefer bulurlar; ama seller, sular gibi akmaları çok zor. Öldürmeden, ölümlere tapınmadan da sevebilmesini bilenler, her görüşten, ideolojiden, bakıştan ve duruştan çok ciddi bir çoğunluk!
|