| |
|
|
Ahlaki sorumluluğumuz
İşimiz kolay değil. Çünkü bazıları, "Hukuk" ile "Din" i karşı karşıya getirmek istiyor. Bir türlü tam tanımını yapamadığımız "Laiklik "e ilişkin tartışmaların özünde bu açmaz var. Biz devlet ve hukuk sistemi olarak "Laik" rejimi seçmişiz. Buna karşı İslamcılar "Tek hukuk şeriattır" demekteler. Ancak "Laiklik" kavramı üzerinde de karşıt yorumlar fazlaca bulunmakta. Bu konuda hem "Laik hukuk" u yürekten benimsemiş, hem de gerçekten uzman kişi olarak kabul edebileceğimiz Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk'un değerlendirmelerine başvurmak, akılcı bir yol. Sami Selçuk, şöyle diyor özetle: -Son çözümlemede, laiklik ile laisizm ayrı ayrı kavramlardır ve ayrı kurumsallaşma ve uygulamalara yol açmışlardır. Laisizm, " rejime göre din" ister ve dini belirler, güdümler. O yüzden çatışmalara gebedir. Oysa, laiklik "dine göre rejimi" ve " rejime göre dini" reddeder. -Fransa'dan esinlenilerek, laikliğin devlet ve Kilise'nin ayırımı ilkesi olduğu söylenir sıklıkla. Eğer bu ayırımı devlet belirler ve Kiliseyi (dini denetlemeye kalkarsa, laisizme kayılır. Fransa'nın başına gelen budur. Fransız laikliği bu yüzden hâlâ sorunludur. Buna karşılık, her kurumunu ve hukukunu Fransa'dan alan Belçika'nın başına bu gelmemiştir. Çünkü Belçika, laikliği, çoğulculuğu ve devletin yansızlığını zorlayan "devletin ve Kilisenin karşılıklı bağımsızlığı ilkesi" ne dayandırmış ve bu doğrultuda uygulamıştır. Bu nedenle de Belçika'da devlet Kiliseyi (dini) denetlemeye hiç kalkışmamış; Fransa'daki sancılar hiç yaşanmamıştır. -Nasıl şovenizm ulusçuluğun yozlaşmış biçimiyse, laisizm de laikliğin en sapkın biçimidir. Tourain , militan rasyonalizm ya da laisizmin başka mutlakçı politikalar kadar tehlikeli olduğunu, çünkü kendi ilkelerini uygulatmak için devletin cezalandırıcı yönüne başvurduklarına değinmiştir.
YOZLAŞMIŞ LAİKLİK Bu konudaki tartışmaların ve bunlara dayalı "Rejim Kavgaları" nın daha uzun yıllar devam edeceği belli. Çetin Altan'ın deyişi ile Türk demokrasisinin "Cami ile kışla arasında kalmışlığı" bir nevi kader gibi. Acaba bu noktada, hukuk ve din gibi, toplumsal davranışlarımızı kurallara bağlayan üçüncü öğeyi, yani "Ahlak" ı devreye sokmak mümkün olamaz mı? Yani siyasi görüşleri, laikliğe ve dine karşı bakış açıları ne olursa olsun, tüm kesimlerin ülkenin geleceğine dair " Sorumluluklar "ını içeren bir "Demokratik ve yurtsever ahlak "ı devreye sokamaz mıyız? Neticede, iktidarı ele geçirmeye veya ellerindeki iktidarı kaptırmamaya ahdetmiş kesimlerin tepişmesi sonucu, halk kitleleri hayal ettikleri gelişmişliğe ulaşamıyor. Birbirlerini izleyen siyasi ve ekonomik krizler sonucu, insanlar işsiz kalıyor, Türkiye girişimcileri ürküten istikrarsız bir ülke görünümüne bürünüyor. Sonuçta, zaten içinde bulunduğu coğrafyanın da katkısıyla fazlaca sayıda kriz konusunun üretildiği güzelim Türkiye, kronik bir "Dinci-Laikçi" çekişmesine de sahne oluyor. Önce Güney Kore'nin bizi ekonomik gelişmede solladığını izlerken, bizi geçenler arasına Yunanistan, Kıbrıs Rumları, Hindistan, Çin gibi ülkeler de katılıyor. Tamam... "Ahlak" da "Laiklik " gibi karmaşık içerikli felsefi bir kavram. Herhalde bu konuda da " Ahlaki sorumluluğumuzu, hangi tür bir determinizme bağlamalıyız" benzeri tartışmalar çıkabilir. Çünkü bu konuda da "Bilimsel determinizm" veya " Teolojik determinizm" benzeri sayısız ekoller var. Hatta bazılarına göre, insanın ve toplumun kendi kaderini belirlemesi çok zor. Çünkü bu kader, başkaları veya bilinmeyen güçler tarafından oluşturulan koşullar tarafından şekillendiriliyor. Yani insanın "Ahlaki sorumluluğu olamaz" ; çünkü ne yaparsanız yapın "Kader" yolu belirleyecektir. Evet... Bir karar verelim artık. İçinden çıkamadığımız krizler sarmalı bizim için kaçınılmaz kader midir? Neden başka ülkeler krizli dönemlerini ve hatta iç savaşlarını bile geride bırakıp, uygarlık ve gelişme yarışında bizi solluyor?
|