Amigo padişah!
Lahanayı sever misiniz? Sizi bilmem ama benim aram pek hoş değildir. Bu yüzden olsa gerek, şu şiire ısınamadım bir türlü: Dizilmez yüz bin, bir ipliğe, bamya gibi / Arslandır o, arabayla gezer lahana / Hiçbir zevk ve mutluluk, anlaşıldı, olmazmış onsuz / Olur mu helva söyleşileri, olmasa eğer lahana / Layıktır, ona ilhami, ne türlü övgüler yazsa / Lahanacım, lahanacım, lahanacım, lahana!.. Siz de lahanayı benim gibi sevmiyorsanız, "Şiiri yazan İlhami de ne midesiz adammış, övgüler düzecek başka yiyecek bulamamış mı?" diye söylenirsiniz!?. Amannn! Sessiz olun, kulağı vardır yerin. İlhami'nin yaşadığı dönemde böyle konuşamaz, şiirini beğenmemezlik edemezdiniz. Çünkü İlhami, padişah III. Selim'in ta kendisidir! III. Selim'in yemek zevkini de, yazdığı dizelerle eleştiri sofrasına koymak yanlış olacaktır. Çünkü, bu şiirde adı geçen lahana, Osmanlı'nın ilk spor takımlarından birinin adıdır. Yanlış okumadınız; "Lahana", II. Murat döneminde kurulan iki spor takımından birinin adıdır!.. Diğerinin adı da, III. Selim'in şiirinde aşağıladığı "Bamya"dır! Lahana Spor ile Bamya Spor'un adları Amasya ve Merzifon kentlerinden doğmuştur. Amasya'nın bamyası, Merzifon'un lahanası ünlüdür. Bu iki takıma girmek için çok iyi kılıç, pala kullanmak ve hepsinden önemlisi usta bir binici olmak gerekirdi. III. Selim Lahana Spor'u tutarken, II. Mahmut'un gönlü Bamya Spor'dan yanadır. III. Selim'in günümüz amigolarını kıskandıracak şiirinin yanında, II. Mahmut'un 1811 tarihli nişanının tepesini bamyayla süslediği bilinir. Ne var ki, eski saray geleneklerinden olan Lahanacıları ve B a m y a c ı l a r ı 1827'de yasaklayan da II. Mahmut olur. Bu iki güzide kulübün simgeleri olan lahana ve bamya Topkapı Sarayı'ndaki Şehzadegan dairesindeki duvar resminde iç içedir. Günümüz spor kulüpleri gibi Lahanaların ve Bamyaların da formaları vardı. Lahanacılar yeşil, Bamyacılar kırmızı kadifeden elbise giyerlerdi. Tarih sayfalarında kalan ve günümüzde unutulan oyunlardan biri de "Guy-u çevgan"dır. Cirit gibi at sırtında oynanan bu oyun, İran kökenlidir. Çöğen olarak da bilinen oyunda amaç, şimşirden yapılan bir topu ellerdeki sopalarla yerde sürmek ve araları 5-6 metre olan iki sütunun arasından geçirmektir. Çin, Bizans ve Arap dünyasında da oynanan bu oyuna Hintliler "bolo" adını verir. İngilizler'in Hindistan'ı işgaliyle ülkelerine taşıdıkları "polo" oyununun kökeni de budur!... Yani, bugün İngilizler'i oynarken gördüğümüz ama bize bir şey anlatmayan polo oyununu yüzyıllarca oynamış bir toplumuz. Çöğen oyunuyla ilgili ilginç bir öykü vardır. 1597-98 tarihli "Tercüme-i Cifr-el Cami" adlı eserde yer alan öykü 7. yüzyılda geçmektedir. İskenderiye beyleri yılda bir kez çevgan oynamaktadır. Oyun sırasında top kimin yeni içine düşerse, onun Mısır'a egemen olacağına inanılır. Bir gün, değerli taşlar ve yakutlarla bezeli top, bir izleyicinin kaftanının yenine girer. İnanışa göre karşılarında geleceğin Mısır kralı durmaktadır! Ama kimse onun gelecekte Mısır'a hükmedeceğine inanmaz. Kahkahalar arasında, topu oyun alanına atan adam, Mısır'a bir dönem egemen olan Amr ibn-ül As'tan başkası değildir!..
|