| |
Anıtkabir'de sel
Perşembe sabah saat 10.30... Anıtkabir' e giden yol ana baba günü... Kadınlar, erkekler... Çocuklar, nineler, dedeler... Avukatlar, hakimler... Kiminin elinde bayrak var, kiminin çiçek. İnsanlar sel olmuş, akıyor. Tepki seli. Öfke seli. Ama Anıtkabir sanki bir büyük baraj. Tepkiler orada boşalıyor. İyi ki Atatürk var. Dün bu müthiş sel, Atatürk' e değil de "bir başka adrese" yürümeye kalksaydı, karşı çıkacak ve durdurabilecek hiçbir güç yoktu.
Bir Yargıtay üyesi ile konuşuyoruz. Şöyle diyor: -Adalet bilinçli ve sistemli şekilde rencide ediliyor... Siyasi irade, yargıya "efendi sen bu kararı veremezsin" derse, meczup da hakimlere ateş eder... Rüzgar eken fırtına biçer. Diğer yüksek hakimler "doğru" diye onaylıyorlar. Bizi dinleyen çevredeki kalabalıktan bir ses yükseliyor: -Yazın bunları!.. Yazın!
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok, Anıtkabir'de "ön sıradaydı." Başsavcı Ok "az konuşan bir insan." Dün "doluydu, öfkeliydi ama..." Yine de herkese "sağduyu çağrısı" yapıyordu. Bir süre konuştuk. İşte söyledikleri:
Olay çok vahim. İnanılmaz ölçüde cüretkar. Danıştay'a yapılan saldırının boyutu karşısında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak şu değerlendirmeyi yapmak zorundayım: Bir katliam girişimi. İnsanlık dışı. Herkesin şiddetle kınaması gerek. Olayın gerisindeki temel nedenlerin çok iyi bilinmesinin ve görünmesinin sağlanması lazım. Temel sorun şu: Türban sömürüsü ve türban kışkırtması. Yapay olarak yaratılan ve sürdürülen bir kavga. Demokratik, laik Cumhuriyet'e, Atatürk ilkelerine ve demokrasiye meydan okuma denemesi. Türbanın sürekli kaşınması karşısında herkese düşen görev toplumu aydınlatma görevidir. Halkımız, gençlerimiz, kızlarımız, kadınlarımız en iyi şekilde aydınlatılmalı. Bu zihniyete karşı bilinçlendirilmeli. Ve halkın yürekten benimsediği demokrasi yaşatılmalı. Atatürk'ün laik, demokratik Cumhuriyet'ini elbirliği ile ayakta tutmak bütün toplumun görevi.
Anıtkabir'de "bazı Danıştay mensuplarıyla" da konuştuk. "Burunlarından soluyorlardı." Onlara "Başbakan'ın Danıştay'ı ziyareti... Bu ziyaret sırasında neden kapıda karşılanmadığı" konusunu açtık. İçlerinden "birkaçı" dedi ki: -Mecbur muyduk?.. Danıştay bir okul mu?
"Danıştaycılar" anlattılar: -Cumhurbaşkanı'nın kapının dışında karşılanması, devlet protokolünün gereği... Nitekim öyle yapıldı... Diğerleri için "dışarda karşılama zorunluğu" yok. Yine "içlerinden birinin" tepkisi: -Tabii canımız isteseydi, çok seviyor olsaydık, Başbakan'ı da kapının dışında karşılardık.
19 Mayıs 2006 itibariyle durum: "Bindik bir alamete, inşallah gitmeyiz kıyamete." Allah "sağduyu" nasip eyleye.
|