Hayatım o fotoğraflarla değişti
Ben gazeteciliğe başladığım zaman servisimizde bir tane daktilo vardı. Başka servisler çalmasın diye zincirle masaya bağlanmıştı. Servisimizde iki tane telefon vardı. Bir tanesi İnönü'ye bağlı manyetolu sahra telefonuydu. (Yağmur yağarsa pilleri ıslanır çalışmazdı...) Ötekisi ise istihbarat şefinin masasında hat vermeyen bir telefon. Muhabirleri işe götürecek araba ise... Elbette yoktu. Biz gazetecilerin ulaşım aracı otobüstü. O dönemlerde sarı basın kartımızı gömleğimizin cebinde taşırdık. Herkes görsün diye... Basın kartı o kadar değerliydi ki... Otobüse, vapura, tramvaya bedava binerdik. Uçak ve trene biletin yarısını öderdik. Bir de evimize telefon bağlanırdı. İnanmayacaksınız ama o yıllarda Karaköy'de bir telefon bir daire fiyatınaydı. Efendim! Ben gazeteciliğe başladığım zaman her gazeteci en azından 5 konuda uzman muhabir olmak zorundaydı. Beşiktaş muhabiriydim ama basketbol, güreş, boks, bisiklet ve atletizm muhabirliği de yapardım. O yıllarda... İşe giderken verilen filmin hesabı dönüşte sorulurdu. Hiç unutmam. Ustam Mehmet Luma beni Bursa'ya işe gönderirken 6 kare film vermiş ve "İki takımın kaptanının santra da fotoğrafını isterim. Golün resmini ve gol sevincini de isterim" demişti. "Peki usta" dedim... Ama o son tembihini de yaptı; "Bir kare fotoğrafı da dönüşe sakla... Yolda kaza görürsen çekersin!" Bizler o zamanlar tepeden bakılan Lubitel ile çalışırdık. Hadi benim hayatımın yönünü değiştiren olayı anlatayım. Yeni İstanbul'dayım... Stajer muhabirim ve maaşım 40 lira... Romanya ile İnönü'de maç var. Boynumda makine kale arkasına geçtim. Ama nereye? Ustalarımın gösterdiği yere. O efsane isimler arasında kimler yok ki... Mehmet Luma, İlhan Demirel, Hüseyin Kırcalı, Yılmaz Canel, Mahmut Küçük, Mehmet Biber, Arif Işıldayan, Tayfun Gündoğar, İlyas Namoğlu!... Çaylak muhabiriz ya... Topun gitmeyeceği bir köşeyi gösterdiler. "Burada dur" dediler. Bizim golcüler (Ender Konca ve Metin Kurt..) belki de hayatlarının en güzel gollerini o maçta attılar. Her topu benim köşeye attılar. Gazeteye geldim!... Laboratuarda banyolar karışmış. Ustam Mehmet Luma'nın filmleri bembeyaz. Tayfun Gündoğar ilk 15 dakikadan geldiği için bir tane golü bile yok. İstihbarat şefimiz Talay Erker öfke ile bağırdı: "Bu boynundaki makine süs mü? Bir şeyler çekmedin mi?" "Çektim efendim" dedim! Mehmet Luma usta boynumdan makinayı alırken sessizce söyledim; "Verdiğin parça film usta. Sadece 5 kareydi!" Çaylak muhabirim ya... Heyecandan öleceğim... Bir anda servisin umudu oldum. Herkes beklemede. Spor müdürümüz Doğan Koloğlu o kadar efendi ki kimseye bir şey demiyor. Yardımcısı Aydın Öztürk'te inanılmaz insan. Beklenen an geldi... Mehmet Luma ağzında puro ile 5 tane resmi masaya attı. O dönemlerin efsane sayfa sekreteri Arap Turgut (Dinsel) fotoğraflara baktı sonra Talay Erker'e döndü; "Kim bu çocuk!.." Talay ağabey bir anda gürledi... "Bu çocuk var ya" diyerek bir anda beni geleceğin starı yaptı. O gece maaşım 40 liradan 400 liraya yükseldi.Efendim o geceyi hiç unutmam. Ertesi gün Bab-ı Alide benim harika 5 fotoğrafım konuşuluyordu. Hayatımı da kazanmaya başlamıştım. Bir de okulda efsane olmuştum. (Akşamları gittiğim gazetecilik okulunda tüm öğrencilerin beni elleriyle göstermelerini hiç unutmam.) Unutmadım sona bıraktım. Mesleğe başladığım zaman efsane spor müdürleri tanıdım. Kim mi onlar? Sayayım efendim; Doğan Koloğlu, Necmi Tanyolaç. Namık Sevik, Odhan Baykara, Samim Var, Rıdvan Yelekçi, Orhan Vedat Sevinçli, Çetin Özcan, Atilla Gökçe ve Düşvar İyiiş...(Bu kuşağın son temsilcisi Şansal Büyaka'ya da sevgilerimle) Efendim! Anıları yazmaya başladık ya. Demek ki yaşlanıyorum. Eyvah!
|