Kırılma noktasına mı ilerliyoruz?
Önce tarihten bir yaprak... 1 Mayıs 1969'da Yargıtay Başkanı İmran Ökten'in cenazesi, Başkan'ın Nur cemaati ve din konularındaki açıklamaları nedeniyle büyük olaylar yaşandı. Tarih kitapları tarafından "çember sakallı" diye tanımlanan protestocular nedeniyle cenaze törenine katılan İsmet İnönü güçlükle korunabildi. Protestocular arasında kalan İsmet İnönü'yü korumak amacıyla Nabi Alpartun adlı bir tuğgeneral tabancasını çekti. İnönü olaylar hakkında, " Her manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası'dır " dedi. Cenaze, 12 Mart muhtırasına giden mihenk taşlarından biriydi. 18 Mayıs'ta Danıştay İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in cenazesi, nasıl bir ortamda kalkacak? Cenazeye yargıdan, üniversitelerden, ordudan kimler katılacak? Dün Danıştay'a yönelik saldırının şifreleri henüz tam çözülmüş olmasa da, türban kararı nedeniyle hem hükümet hem de Vakit gazetesi tarafından ağır bir üslupla eleştirilen İkinci Daire'ye sıkılan kurşunların, AK Parti iktidarı için bir "mihenk taşı" niteliğine olacağı kesin. Türban ve Çankaya tartışmaları ekseninde Türkiye'nin " yüksek gerilim hattı "na girdiği sır değil. Bir tarafta AK Parti'nin Meclis çoğunluğu ve yönetimde sağladığı istikrar, diğer taraftan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Süleyman Demirel, muhalefet, YÖK ve yüksek yargıdan yükselen eleştiriler. Bu noktada gelen kanlı saldırı, Türkiye'nin geleceği açısından ciddi bir " kırılma noktası "na dönüşebilir.
Hükümet buna hazırlıklı mı? Kur politikalarını yönetmek konusunda büyük bir hüner gösteren hükümet, " gerilim yönetme " konusuna gelince pek istekli gözükmüyor. Şu ana kadar gerilimi düşüren taraf görüntüsü vermedi. Örneğin Başbakan Erdoğan Danıştay İkinci Daire kararına bu ölçüde hışımla cevap vermeseydi (" Efendiler " vs.), YÖK'le daha uzlaşmacı davranmış olsa da Selanik'teki Fethi Dede vakası gibi olaylara serinkanlı yaklaşsa, laiklik tartışmalarında " taraf " görüntüsü oluşmayacaktı. Benzer şekilde Bülent Arınç'ın 23 Nisan manifestosu, uzun süredir unuttuğumuz türban tartışmasını yeniden alevlendirdi. Tüm bu sebeplerden dolayı hükümet açısından Danıştay'a yönelik saldırı krizini yönetmek bu noktada daha zor. Gerçek şu ki, hükümet aslında Danıştay'a yönelik saldırıya " laiklik ekseninde yükselen gerilimin trajik bir sonucu " olarak değil, "siyasi bir komplo" olarak görüyor. Hükümete yakın bir kaynak, saldırıdan birkaç saat sonra " Bilemiyorum tam ne olduğunu. Biraz garip geliyor çünkü benim çevremde böyle şeyler yapmak isteyenler yok. Kararın üzerinden 2 ay geçti neden konu kapanmışken şimdi suikast planlasınlar " diyor. Soruşturmayla ilgilenen üst düzey bir bakan, " Durum bakalım ne olduğu belli değil " diyor. Bir başka isim " Olay aydınlandıktan sonra birçok kişi söylediklerinden utanacak. Apayrı bir boyutu olduğu ortaya çıkacak " diyor. Kısacası hükümetin kalbindeki görüş, zamanında Türk İntikam Tugayları'nın İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal'a suikastı gibi hafif " derin devlet" kokan bir komplo olduğu yolunda. Saldırganın üzerinden çıkan " Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı " kartviziti gibisinden garip objeler de bu tanıyı güçlendiriyor. İyi de, toplumda laiklik ekseninde her geçen gün yükselen bir gerilim yok mu? Van Rektörü ve Gümüşhane Baro Başkanı'na yönelik saldırgan bir tutum takınan Vakit gazetesi, uzun süredir " Başörtüsüne Uzanan Eller Kırılsın " kampanyası yürütmüyor mu? Türkiye gerçekten tehlikeli bir kırılma noktasına doğru ilerlemiyor mu?
|