|
|
|
|
|
Tohumun kontrolü çok zor
|
|
Yavuz Batur önde gelen tohum ithalatçı ve ihracatçı isimlerden... Tohumcular Birliği eski başkanı. Onunla tohumlar arasında bir sohbet yaptık.
- Pek çok bitkinin ana vatanı Anadolu. Hal böyleyken biz niye tohumda dışarıya bağlı ülke haline geldik? - Nedeni çok basit; bizim bu alanda bilimle, teknolojiyle çalışmamız geçen yüzyılın başlarına dayanıyor. Benim ortak olduğum firma ise 257. yılını kutluyor; 250 senedir araştırmanın içindeler. Bizdeki ilk araştırmalar Cumhuriyet'ten sonra başlıyor. Hoş bir anekdot anlatayım; Osmanlı'nın son dönemlerinde Yeşilköy'de bir tarım lisesi açılmış. Bir gün öğrenciler yemekler çok kötü diye boykot yapınca, haberi padişaha gitmiş. Okulun kapatılması için şeyhülislamdan fetva istenmiş. Fetva şöyle çıkmış: "Ziraat takdiri ilahidir; ilminden fayda gelmez..." Kapatmışlar tek ziraat okulunu. Cumhuriyet kurulduktan sonra 1390'larda ilk araştırma enstitüleri Atatürk sayesinde açılıyor. 1960'lara kadar hızlı bir faaliyet gösteriyor. 1985'e kadar tohum ithalatı yasaktı. Her şey bakanlığın elinde, fiyatlar dahil hiçbir şey yapılamaz durumdaydı. Derken liberal bir yapıya geçtik; kamudaki yetişmiş personelin hepsi özel sektöre kapağı attı. Kamuda boşluklar doldu. Klasik şemayı biliyorsunuz; biz bu işi madem yapamıyoruz, kapatalım mantığı ile araştırma enstitüleri kapatılmaya başladı. Şimdi özel sektör 20 senedir bu işin içinde. Tohumculuk araştırmalarında bir noktaya gelmek için asgari 20 sene lazım. Dolayısıyla şimdi kıpırdanmalar özel sektör sayesinde yeniden başladı ama Türkiye çok kan kaybetti.
- İki hafta önce Şili'deydim. Ülkeye girişte çok sıkı arandık. Tarım ürünü sokup sokmadığımızı kontrol ediyorlardı. Ülkelerini korumaya büyük özen gösteriyorlar. Bizse Özal döneminden sonra kapılarımızı her türlü tohuma, bitkiye açtık diyebilir miyiz? - Tohum bakanlık kontrolünde geliyor. Türkiye'yi Şili gibi ülkelerle mukayese etmemek lazım. Türkiye kuşlar gibi insanların da göç yolları üzerinde. Dolayısıyla bütün bitkisel materyaller ya hayvanlar ya da insanlarla taşınıyor. Türkiye'de böyle bir politika uygulamak mümkün değil. Özal'dan önce de giriyordu; kaçak giriyordu, daha da kötüydü. Bizim tohumlarımız biraz pahalıdır. Mesela kilosu 25 dolara da, 10 bin dolara da domates tohumu var. Uyuşturucudan sonra yükte hafif pahada ağır, en çok iş yapacak malzemedir tohum. Dolayısıyla gümrükte bunları kontrol etmek çok zor.
10 BİN DOLARLIK DOMATESLER - Herhalde biz 25 dolarlık domatesler yiyoruz. Şimdi imrendim; o on bin dolarlık domatesler kim bilir nasıl diye? - 25 dolarlık tohumla çiftçi tarlada sıradan bir domates üretir. Ondan alacağı beş ton domatestir. Fabrikalara geçen seneki parayla kilosu altmış kuruşa satacağı bir ürün. Oysa 10 bin dolarlık tohumla kışın ortasında serada domates yetiştiriyor. Bunu bir, bir buçuk liraya satabiliyor. On, on beş ton ürün alabiliyor; öyle düşünün.
- Beni yine hayal kırıklığına uğratıyor; mesele lezzet değil, ürünün miktarı.. - Ekonomik getirisinde tabii. Domates konusunu açtınız. Türkiye'de domates çoğunlukla çek çek arabalarıyla el tezgahlarında, pazarlarda satılıyordu. Marka falan yok. Büyük marketlerde, modern dağıtımlarda bile hala dökme mal buluyorsunuz. Kalite kontrolü yok.
- Biz genleriyle oynanmış tohumlar konusunda ne durumdayız? - Yurtdışından yasal yollardan gelen tohumlarda bunun transgenik olmadığını kanıtlamak zorundayız. Ama ne giriyor? Mesela mısır; dünyada en yaygın kullanılan, transgenik mısır. Dane mısır giriyor. Bunun tamamına yakını Amerika ve Brezilya kaynaklı; herhalde yüzde doksanı transgenik. Ancak. 1960'larda suni gübreler ortaya çıkmamış olsaydı, dünya bu nüfusa varamazdı. Yarın da transgenik bitkiler olmazsa, insanoğlu kendini doyuramayacak. Her teknoloji gibi bu da iyilerin elinde iyi, kötülerin elinde kötü olacak.
- Giderek çocuklarda eskiden görülmediği kadar alerjiler ortaya çıkıyor. - Ben bu konuda mümkün olduğu kadar akılcı olmaya çalışıyorum. Karşı olanların tezlerinden bir tanesi sizin söylediğiniz. Karşı tarafın da söylediği önemli şeyler var. Dünyayı bekleyen bir kuraklık konuşuluyor. Dünyada iki derecelik bir ısınma şu gün kullandığımız buğday çeşitlerinin hepsini çöpe atıyor. Bir anda biz de açlıkla karşı karşıya kalırız. Böyle ortamlarda yaşayabilecek buğdaylar yetiştirmek için foklardan, kuzeyde yaşayan balıklardan alınan dayanıklılık genleri üzerinde çalışıyorlar.
- Türkiye'de araştırma geliştirme yapıldığını söylediniz. Buna AB izin verecek mi? Türkiye onlara iyi bir pazar. - Siz bilinçli olacaksınız, gidip alacaksınız. Bir haber okudum. Süt konusunda AB'ye heyet gitmiş. Karşılarında tek vücut bir AB politikası var. Bizse 22 birim halinde gidiyormuşuz. Ne yaptınız diye sormuşlar. Rakamlarda hata yapabilirim, bizimkiler Türkiye'de sütün 10 milyon tonunun sokak sütçüleri tarafından satıldığını ve kayıt dışı olduğunu, 6 milyon tonun kayıtlı olduğunu söyledik, diyor. Adamlar bizi ne kadar gerçekçisiniz, böyle olması gerekir diye tebrik ettiler, diyor. Bu yazıldığı anda 6 milyon ton olan resmi ürün miktarını bundan sonra 16 milyon tona çıkartamıyorsun. Çıkartman için AB'de fazla olmaması lazım. Fazlası varsa, geri kalan 10 milyon tonu örneğin Polonya'dan alacaksın kardeşim diyor. Ve bizimkiler bunu başarıymış gibi kasılarak anlatıyor. Adamlar bizi alkışlıyor. Bence öperler de.
- Kayıtlarımızın olmaması zaten baştan kayıp. - Denmeli ki benim kaydım yok; bana bir sene süre ver, hazırlanıp gelelim.
- Tarım ürünlerimizin geleceğini oldukça karanlık görüyorum. - Kesinlikle katılıyorum. Fransız çiftçileri nedir bu adamların gücü diye turistlik gruplar halinde geliyor, bizden bilgi alıyorlar. Gerçek değerlerimizi, yerellik kartını oynamamız lazım ..
- Hayırlısı deyip sohbetimizi noktalayalım bari. Yavuz Bey, çok teşekkür ederim.
|
|
|
|
|
|
|
|
|