Gençliğin yükü üzerimize binmeden...
Geçenlerle Tünel'de bir akşam yemeğine yetişmek için hızlı adımlarla İstiklal Caddesi'ni boylu boyuna arşınladım. Uzun süredir Ankara dışına çıkmamış, gazetecilik angaryalarından başını kaldıramamış, belki de bir yıldır Beyoğlu'na adım atmamış eski bir 'Cihangir Cumhuriyeti' vatandaşı olarak dehşete düştüm. Üzerime akın akın gelen bir genç ordusu vardı. Normalde böyle bir görüntüden dehşete kapılmak yerine, 'Ne güzel genç bir nüfusumuz var' demek lazım. Aynı saatlerde Berlin'in işlek caddesinde bir kafede ya da Londra'da bir pub'da oturup etrafı seyredin, karşınızdan gelenlerin büyük çoğunluğu orta yaşlı, kalanların ise 30'lu yaşlarda olduğunu görürsünüz. Ancak ne yazık ki Beyoğlu'nda üstüme üstüme gelen 15-25 yaş arası insan selinin çoğunlukla işsiz olduğu, kısıtlı eğitim imkanlarıyla iyi kötü liseyi tamamladığı ve pek çoğu için iyi bir üniversite ya da sonrasında hayatın tepesine hükmetmelerine imkân verecek güzel bir kariyer seçeneğinin mevcut olmadığını biliyorum. Nasıl üzülmez insan bu harcanan insan potansiyelinin yanı başınızdan akıp gitmesine. Belki de bu yüzden son hafta içinde sessiz sedasız Meclis'ten geçen Sosyal Güvenlik Reform Tasarısı'nı alkışlamadan edemedim. Sessiz sedasız diyorum çünkü Türkiye'de önümüzdeki 50 yılında 'sosyal devlet' anlayışını şekillendirecek yasa, şu ana kadar gazetelerin ekonomi sayfalarına sıkışmış vaziyette. 183 maddelik yasa gazete okurlarına teknik ve sıkıcı gelebilir. Belli bir gelir grubunun üstündekiler, Bağ Kur, Emekli Sandığı ve SSK'nın tek çatı altında toplanması ya da 18 yaşından küçüklere bedava sağlık hizmeti verilmesiyle fazla ilgilenmeyebilir. Ancak Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 'devrim niteliğinde' diye tanımladığı bu yasa, AK Parti'yi iktidara getiren büyük halk kitleleri için kritik önem taşıyor. Cumhuriyet Halk Partisi, bir kez daha vahim bir stratejik hata işleyerek yasayı protesto eder duruma düştü. Oysa sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir parti, Meclis'te hükümetle el ele bu yasayı çıkarmalıydı. Çünkü sosyal güvenlik reformu, geniş halk kitlelerini ilgilendiriyor, 'sokaktaki insan'ın hayat kalitesini etkileyecek sayısız iyileştirme ve reform içeriyor. Sonunda yapıldığı için şükretmek lazım. 'Neden?' derseniz, yukarıda anlattığım manzara yüzünden. Nüfusun bu kadar genç olmasına karşın kayıt dışı ekonominin büyüklüğü ve işsizlik oranının yüksek oluşu, mevcut sosyal güvenlik yapısını hepimizin sırtında bir kambur haline getirdi. Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu'na göre, Avrupa ortalamasında bir vatandaşın sosyal güvenlik harcamalarını karşılamak için ortalama 4 çalışan var. Vergisiyle, katkısıyla dört kişi finanse ediyor. Bu nispeten rahat bir durum. Türkiye'de ise bu rakam 1'e 2. Sosyal güvenlik harcamaları için en fazla 2 kişinin katkısı var. Nüfus artışı ve Beyoğlu'ndan sel gibi akan gençliğin 20 ya da 30 yıl sonra sonra aksırık, tıksırık, işsizlik ya da tansiyon gibi sebeplerle sosyal güvenlik ağına yük olacağını düşünürseniz, durumun vahametini anlarsınız. Bu arada kabinenin düşük profilli ve sessiz bakanlarından Başesgioğlu'nun yasayı çıkarabilmek için 3,5 yıldır sivil toplum örgütleri, muhalefet, sendikalar ve meslek kuruluşlarıyla yürüttüğü çalışma da Türkiye'de bazı işlerin gerçekten 'toplumsal mutabakat' ile çıkabileceğinin göstergesi. Başesgioğlu, sivil toplum örgütleri ve diğer kesimleri kırmadan, uzlaşarak bir kanun yarattı. Yasanın nerdeyse yüzde 65'i, bu kesimlerin istekleri çerçevesinde değişti. Memlekette ender görünen 'uzlaşma kültürü' açısından değerli bir an.
|