Washington kavgası
Belli ki Başbakan Tayyip Erdoğan adına Türk-Amerikan ilişkilerini düzeltmek için Washington'a giden Cüneyd Zapsu ve Şaban Dişli, gerilim perdesini indirmedi bir miktar yükseltti. Danışmanların bir düşünce kuruluşunda Richard Perle ve bir Pentagon yetkilisiyle girdiği polemik, iki taraf için de utandırıcı ve zararlı. Yaşanmaması gerekirdi. Amerikalıların gazetecilerin olduğu bir ortamda açıkça "AK Parti hükümetine güvenmiyoruz", Türk tarafının ise "Siz de PKK ile görüşüyorsunuz" demesi, diplomatik bir yara açacaktır. Bu ikinci ifade maalesef hükümet ve Tayyip Erdoğan'a mal edilecektir. (Hele de son aylarda Türk Silahlı Kuvvetleri ve Pentagon arasında yeni bir işbirliği sürecinin başladığını, PKK ile ilgili istihbarat paylaşımının yeniden başladığını düşünürsek...) İlk söyleyeceğim : yanlış metod, yanlış isimler . Yanlış anlaşılmasın, Zapsu ve Dişli, son derece etkili danışmanlar . Özellikle Avrupa ve Almanya'yla ilişkilerde "back channel" diye tabir edilen "arka kapı" diplomasisini başarıyla götürdüler. Zapsu hem 17 Aralık hem de 3 Ekim sürecine büyük katkılar yaptı. Ancak Washington ayrı bir yer. Bir türlü rayına oturamayan ve Hamas gezisi ya da Kurtlar Vadisi sonrasında iyice kronikleşen TürkAmerikan buhranı, "danışman gönderme" metoduyla çözülebilecek bir şey değil. Benim geçen haftaki Washington temaslarından anladığım, ABD'liler danışmanlara ya da AKP'nin bir türlü vazgeçemediği "gizli diplomasi" metoduna açık değil. Tam tersine Amerikalılar 3 yıllık AKP tecrübesinden sonra artık "Bize özel mesaj gönderip sonra tersini yapıyorsunuz" kırgınlığında. Şeffaf ve liderlerin özenle koruduğu, değer verdiği bir ittifak kurulamayacaksa, Türkiye'de dış politika parametreleri ve Batı'yla ilişkisi konusundaki mevcut "kafa karışıklığı" sürecekse, bu aşkı "zorlamayalım" diyorlar. Bu durumda ille de kamuoyunu kandırma amaçlı "yakın müttefik" havası vermektense, daha sakin davranalım, ortak çıkarların örtüştüğü konularda ortak hareket edelim, diğerlerinde kendi yolumuza gidelim havasındalar. Bu durumda öncelikle Türkiye ve AK Parti'nin karar vermesi lazım : Kendi çıkarları açısından ille de Washington'la yakın dostluk mu istiyor, yoksa, "çok eksenli dış politika" yürütmek nanıma, minimum ortak paydalar üzerine kurulu nazik ve seviyeli bir ilişkiyi mi? Seçim Amerika değil bizlerin... Washington izlenimlerimi aktarırken, ABD tarafının temel meselelerde, "AK Parti hükümetiyle medyatik flört" değil, "devletten devlete", askeri ve ekonomik ayağı da olan bir organik bağ istediğini yazmıştım. Genel anlamda Türkiye'ye güvensizlik ve ilişkilerde " downgrade " (seviye düşürme) eğilimi var. Ancak son haftalarda önemli bir gerçeği daha gördüm: AK Parti'ye yönelik belli bir olumsuz psikolojiye rağmen Washington da işlerin böyle gidemeyeceğinin, en azından ikili diyaloğun genel üslübunun düzelmesi gerektiğinin farkında. ABD'de kimse "Türkiye'yi kaybetmek" ya da Türkiye'nin keni kendine kaybolmasını istemiyor . Türkiye'nin güçlü, demokratik, laik, Batı'ya demirlemiş, ite kaka da olsa ABD'yle dostluğunu götürebilen ve Avrupa yolunda ilerleyen bir ülke kalması, hem Bush yönetimi hem de Ankara'nın çıkarına. (Türkiye'nin gittikçe muhafazakarlaşan bir ülke olacağı, Kürt meselesinde açmaza gireceği korkusu var...) Belki de bu yüzden ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice geçen aylarda yaptığı bir iç değerlendirme toplantısında " Önümüzdeki yılın önceliklerinden biri Türk-Amerikan ilişkilerini rayına oturtmak olmalı " demiş. Dışişleri'nde yapılan bu değerlendirme çerçevesinde önümüzdeki ay sonunda ABD Dışişleri Bakanı'nın buraya gelmesı, ardından da Abdullah Gül'ün Washington'a gitmesi söz konusu . Rice-Gül diyaloğu, bu işi biraz rayına oturtmak için doğru adres, doğru metod. Ancak yeterli değil. Bu resmi kanalı desteklemek için liderlerin üslup konusunda dikkatli olmaları, bu ilişkiyi sahiplenmeleri, bunu kamuoyuna anlatmaları gerekiyor. Ve en önemlisi, yerkürede hangi cephede olmak istediğimize karar vermek...
|