|
|
|
|
|
|
Yapacak işi olmayan film eleştiriyor
Ünlü yönetmen Sinan Çetin, sinema dersi verenleri çok kızdıracak; "Sinema okullarında öğrencilere salak salak şeyler öğretiyorlar".
Benim tavrım kutlanmalı *Dünyada iki tip insan var; üretenler ve şikayet edenler. Eleştiren konumda olmak dünyanın en rahat ve sıkıcı işi. *Keşke filmler seyirciyle eleştirmenlerden önce buluşsa. Ama sistem ne yazık ki tanıtım üzerine kurulu. *Hayatta yaptığım filmlerden çok yapıp göstermediğim filmlerden gurur duyuyorum. Benim bu tavrım kutlanmalı.
Göstermediğim filmlerle çok gurur duyuyorum
Sinan Çetin, Rahşan Gülşan'la yaptığı röportajda hem sinema yazarlarını hem de üniversitelerde sinema dersi veren hocaları fena eleştirdi. Çetin, "Dünyada iki tip insan var: yapanlar ve şikayet edenler! Sinema okullarında da öğrencilere salak salak şeyler öğretiyorlar" diyor.
Büyük şehir şoku denilen mereti yaşayan bilir. İnsanın hayatını, giyim tarzını, konuşmasını, yürümesini, kısaca kişiliğinizin her parçasını zangır zangır sallatır. Büyük şehrin dinamiği, erkeği, kebabı, sinemaları hatta simidi bile başkadır. İstanbul'da yaşamaya başlamamın 16. yılını iç ve dış temsilciliklerimde törenlerle kutluyorum. Bazen bazı semboller bana "büyük şehir şoku" illetinden kurtulmaya çalışan zavallı Mersinli kızı anımsatıyor.
İSTANBUL'LA FLÖRT ETMEK Sinan Çetin de bu sembollerden biridir benim için. Annemler beni İletişim Fakültesi, Radyo-TV'de okuyor zannederken ben yedi gün yirmi dört saat İstanbul'la flört ediyordum. Henüz tam olarak hayata karşı nasıl görünmem gerektiğine karar verememiştim. Solcu arkadaşlar çok eğleniyor gibi görünüyordu. Sürekli bir şeyleri boykot ediyorlardı ve o cephedeki kızların çok bakımlı filan da olması gerekmiyordu. Üstelik halkların kardeşliği, emperyalizm, kalleş düzen gibi konularla bir kavga durumunda olduklarından şekilden çok içeriğe önem veriyorlardı. Yani kısaca solcu çocuklar kilolu kızlarla da çıkıyorlardı. Ama annem ve babam bu konuya karşı çok donanımlı yetiştirmişlerdi beni: "Öyle kavgadan filan uzak dur, kavga oldu mu sana verdiğimiz telefon numarasını ara. Apolitik çocukları, politik kavgalardan uzaklaştırma ve hatta apolitizmin suyunu çıkarma timi seni olay yerinden helikopterle kaçıracaktır!" Diğer ekip ise kendilerinin Fellini ve Bertolucci'nin kanından geldiğine inanan, iyi giyinen ve iyi sevişen ama kadının güzelinin sinemada "daha bir estetik" durduğunu düstur edinmiş arkadaşlardan oluşuyordu. Solculara karışmaya çalıştım ama bir yemek boykotunda gizlice okul yemeği yerken görülünce (Ayy ne yapsaydım aç mı kalsaydım!) gruptan ihraç edildim. Sinema tutkunu arkadaşlarımla ise sinemaya Akiro Kurosava'nın "Ağustos'ta Rapsodi" filmine gidip filmden çıkınca "Keşke yandaki sinemadaki Oliver Stone'un 'The Doors' filmine girseydik, hiç değilse iki şarkı dinlerdik" deyince aramızda entelektüel uyuşmazlık olduğunu fark ettik. Allah korusun bu, kan uyuşmazlığı yüzünden nikah dairesi kapısından dönmek gibi bir şey! Ben de tüm grupların sentezini, yani kendimi yaratmaya karar verdim. Şimdi durum biraz karışık. Her şeyden biraz anlıyorum ama hiçbir şeye konsantre olamıyorum. Anavatan Partisi'nin dört eğilimi gibiyim ama belim kalın olduğu için eğilmekte biraz güçlük çekiyorum! (Farkındayım konuyu şöyle bir toparlayıp zeka pırıltıları eşliğinde Sinan Çetin'e bağlamam gerekiyor.)
FİLMCİLER PESPAYE DEĞİL İşte bu doğum sancılarım sırasında "Berlin in Berlin"i izledim. Hayatımda ilk kez bir Türk filmi için sinemaya gitmiştim. Ama zaten hayatım da yeni başlıyordu. Bugün bile filmden nasıl yumruk yemiş gibi ayrıldığımı unutamıyorum. Şimdi artık büyük şehir ile ön sevişmesini bitirmeye hazırlanan biri olarak gidip Sinan Çetin'e "Neden ki?" demek istedim... Susmak bilmedi:
* Sinema dersi veren hocalar, sinemayı yapanlardan hoşlanmıyorlar. Hoşlanmayınca da sinemayı yapılan, edilen bir meslek olarak değil de okunulan, eleştirilen ve seyredilen bir alan haline getirmişler. Özellikle Türk filmcileri ve reklam çekenler aşağılık ve pespaye insanlar kategorisine giriyor. Bu işi yapamayan ama bu işin öğretimini yapan insanlar da yüksek, kaliteli ve soylu insan kategorisine giriyor. Bu düpedüz haksızlık. Eğilip kalkıp sinema yapıyoruz. Onlar eleştirip kendilerine saygın bir kariyer elde ediyorlar. Gidip bu derslerde ne öğretiyorlar diye baktım; hiçbir şey de öğretmiyorlar. Salak salak şeyler öğretiyorlar. Sizin veya daha aşağı bir zeka seviyesindeki bir insanın anlaması mümkün olmayan dersler dinledim. Örnek vereyim... Neyse artık örnek vermiyorum... Sen git bir ara dinle!
* Yeni açtığımız Plato Film Okulu'nda teorinin buzdan kalıplarını, hayatın ateşi ile yakıyoruz.
* "Romantik" ve diğer yayınlamadığım filmler çok güzel oluyor. Üzerinde çalışıyorum. Herkesten çok, filmler üzerinde kendimle ilgili hesaplaşmamı bitirince, yani başka bir deyişle ben kendime gösterdiğim zaman herkes görecek filmi.
* Hayatta yaptığım filmlerden çok, göstermediğim filmlerden gurur duyuyorum. Bu çabamı o kadar değerli buluyorum. Geçenlerde Ali Atıf Bir "Sinan Çetin çeker ama kimseye göstermez" diye yazdı. Bunu bir eleştiri yazısı olarak yazdı. Negatif bir hava çıkıyordu. Ama ben Ali Atıf'ın yerinde olsam şöyle yazardım: "Türkiye'de bir sinemacı seyirciye saygı duyuyor ve milyonlarca doları filmlerin makaraları içinde hapsederek seyirciye göstermiyor. Bu tavrı kutlamak lazım." Seyirciye saygı duymazsan seyirci de sana saygı duymaz.
* 14 yaşımdan beri hep hareket ettim ve insanlar beni hep eleştirdiler. Devirdim, kırdım, döktüm, düzelttim, bir daha yaptım, kötü yaptım, iyi yaptım ama hep bir şeyler yaptım. Hep hatırladığım resim şu: Çevremdeki insanların bana sürekli "niye yapıyorsun, neden öyle yapıyorsun, işte gene yanlış yaptın, bak bu da olmadı" deyişleri. Hayatım boyunca eleştirildim. Galiba dünyanın en lanetli insanları bir şeyler yapıp edenler. Eleştiren konumunda olmak dünyanın en rahat, konforlu ve sıkıcı işi. Ben hayatımda hiçbir şeyi eleştirecek vakit bulamadım. Dünyada iki tip insan var: yapanlar ve şikayet edenler.
* Keşke filmler, seyirci ile eleştirmenlerden önce buluşsa. Ama sistem tanıtım üzerine kurulu. Ve biz filmleri bir arenaya koyup üzerine domatesler atıyoruz.
* Türk sinemasında seyirci gelişiyor, sinema duruyor. Seyircinin ne istediğini bilmediğini söylemeyi veya başarısızlık durumunda faturayı seyirciye çıkarmayı gülünç buluyorum. Seyirci gülmek, ağlamak, eğlenmek isteyen tek vücutlu bir insan. Bu insan tatmin olduğu filmlere arkadaşlarını gönderiyor, tatmin olmadıklarına da göndermiyor. Bu yüzden bu medyatik çalışmaların tamamı beyhude. Bunun da en büyük örneği "Babam ve Oğlum". Filmler çalışmayınca dönüp seyirciyi suçlayan anlayış biraz gerzekçe.
Rahşan Gülşen
|
|
|
|
|
|
|
|
|