|
|
Yayıncılık dünyasına 40'ımdan sonra girdim
Merkez Kitaplar Genel Yayın Yönetmenliği'ni devralan İlknur Özdemir, 'Artık istediklerimi yapacağım' diyerek hayatına yön verme cesareti gösterenlerden... Özdemir, edebiyatla buluşmasını ve yayıncılıktaki hedeflerini anlattı.
Kitapseverlerin yakından tanıdığı bir isim İlknur Özdemir. Yıllarca özenli ve ustalıklı çevirileriyle Paul Auster, Michael Cunningham, Coetzee gibi yazarlarla tanışmamızı o sağladı. Ünlü yazarları hayatımıza soktu, ama o bütün adsız kahramanlar gibi çok fazla ortada olmadı. Ta ki kitap dünyasında yönetici olana kadar... Merkez Yayın Grubu çatısı altında geçen yıl yayın hayatına başlayan Merkez Kitaplar'ın Genel Yayın Yönetmenliği'ni ocak ayında devralan İlknur Özdemir'le tam da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde sohbet ettik. 40 yaşından sonra hayatını istediği yöne doğru çevirmekte gösterdiği cesareti, yabancı dillere ve edebiyata tutkusunu dinleyince "Hayatta en büyük başarımız, sahip olduğumuz zamanı iyi değerlendirmek" sözünü gerçekleştiren birini dinlemenin zevkli olduğunu bir kez daha anladım.
- Kitabının çevirisini yaptıktan sonra tanımak isteyecek kadar merak ettiğiniz yazarlar var mı? -Var, Michael Cunningham. 'Saatler' kitabını ben Türkçeye çevirmiştim. Çok olağanüstü bir kitap... Bir erkeğin kadınların dünyasına girip kadının beyninin içinden yazarcasına oradaki kadınları yazması bana çok çarpıcı gelmişti, çok başarılıydı. Paul Auster ile de tanışmak istiyordum ve bu gerçekleşti.
-Auster'ın evinde yaptığınız röportajı okuyunca kıskandığımı söylemeliyim. Yıllarca kitaplarını Türkçeye kazandırmak için ter döktüğünüz Auster'la tanışmak heyecanlı bir buluşma olmalı... -Çok heyecanlı bir tanışmaydı. Türkçeye şu ana kadar 7 kitabını çevirdim. Artık tanır gibiydim zaten.. Nasıl karşılanacağımı biliyordum ve tam düşündüğüm gibi de oldu. Kapıyı karısı açtı, 'Paul içerde' dedi. O sırada Paul Auster da aşağı kattan merdivenden çalışma odasına çıkıyordu. Yanında köpeği vardı. 'Aaa merhaba, hoşgeldin, korkma köpek bir şey yapmaz' dedi. Beni mutfağa götürdü ve 'Sana çay yapayım' dedi. Aynı kendi romanlarında anlattığı karakterlerden biri gibiydi. Demek kendini çok anlatıyordu. Oğlum yanımdaydı, fotoğrafları o çekti. Evini gezdirdi, eski defterlerini, kitap ve fotoğraf koleksiyonunu gösterdi.
-8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamaları yaşanırken merak ediyorum, 'kadın yazar, erkek yazar' diye ayırır mısınız? -Hayır, bunu doğru bulmuyorum. İnsan olarak bakıyorum. Önemli olan kendi içindeki ins a n ı , duygularını, düşüncelerini, değerlendirmelerini aktarabiliyor mu? Bazen yabancı isimli bir yazarın kadın mı erkek mi olduğunu anlayamazsınız, bir bilgi de yoktur elinizde. Kitabı okumaya başladığımda emin olamadığımda merak ederim, 'Acaba kadın mı erkek mi bunun yazarı' diye... Bunu hissetmediğim, anlayamadığım zaman daha mutlu oluyorum.
- Edebiyat alanında çalışmaya nasıl başladınız? - Aktif olarak hep yazın dünyası içinde değildim ama ilkokuldan itibaren okumanın içindeydim. Alman Lisesi'ne başladığımda öğlene kadardı okul, saat 2'de evde olurdum. Yemek yerken tabağımın sol tarafı hep boş bırakılırdı, kitap okumaya devam edebileyim diye...
- Çocukluğunuz kitap okumanın sevildiği bir evde geçti herhalde? - Babam çok okurdu. İlk okuduğum kitaplar babamın kitaplarıydı. Tarihi romanlara düşkündü babam. Abdullah Ziya Kozanoğlu, Feridun Fazıl Tülbentçi'ye çok meraklıydı. Savcı Bey diye bir roman vardı. Savcı Bey, gözleri dağlanarak öldürülen bir Türk beylerinden biriydi, o kitabı beş kere okumuştum ve beşinde de ağlamaktan gözlerim kıpkırmızı olmuştum. 11-12 yaşlarındaydım o zaman... Çok kaptırırdım kendimi... Pardayanlar, Fantomalar vardı. Evdeki kitaplar bitince başa dönüp aynı kitabı tekrar okurdum. Sonra üniversiteye gittim ve edebiyattan uzaklaştım.
- Hangi bölümde okudunuz? - Boğaziçi Üniversitesi'nde İş İdaresi okudum.
- Çalışmaya bambaşka bir sektörde başladınız o halde... - Evet, okuduğum bölümle ilgili işlerde çalıştım. Ta ki 1990 yılına kadar. 'Ben artık sevdiğim bir şeyler yapmak istiyorum' diye işi bıraktım. Çocukların okulları da çok yoğundu o dönemde. İki oğlum var, artık hayata atılmış durumda ikisi de. İşten ayrılıp hem İtalyanca hem de Fransızca kurslarına gittim. Fransızcayı daha önceden de biliyordum biraz.
- Kaç yaşlarındaydınız - 40 yaşımı geçmiştim. 'Yeter biraz da kendi istediğim şeyleri yapmak istiyorum', dedim. Eşim çalışıyordu, ben çalışmak zorunda değildim. Kurs arkadaşlarımdan bir hanım 'Sen niye çeviri yapmıyorsun' dedi.
-Edebiyat dünyasından tanıdığımız birisi miydi yoksa? -Onu değil ama yeğenini tanıyorsunuz. Arkadaşım 'Yeğenim yayınevlerini bilir, sana yol gösterir' dedi. Akşam yeğenini aradım. 'Can ve Afa Yayınevleri'yle ilişkim iyi, hangisiyle isterseniz tanıştırayım, dedi. Ben de 'Can'la konuşayım, dedim. Kapaktaki o kırmızı kalp bana hep sempatik gelirdi. Bu yeğen Orhan Pamuk'tu.
- İlk çevirdiğiniz kitabı hatırlıyor musunuz? - Paul Auster'ın 'Yalnızlığın Keşfi'ydi. Auster hiç çıkmamıştı Türkçede zaten... Almanca'dan da Heinrich Mann'ın Mavi Melek'ini çevirdim.
- Kaç dil biliyorsunuz? Almanca, İngilizceden çeviri yapıyorum. Fransızca, İtalyanca biliyorum. İspanyolcaya da başladım, geçen yıl İspanyolca kursuna da gittim ama bu işle birlikte bırakmak zorunda kaldım.
- Bugüne kadar kaç kitap çevirdiniz? - Yayınlanmış 50 kitap oldu.
- Aralarında sizin keşfettiğiniz isimler hangileri? - Ben iyi bir Nobel avcısıyım galiba. Imre Kertesz, Jose Saramago bunlardan sadece birkaçı.
Figen Yanık
|