1 film ve 1 kitap...
Kitap okumakta zorluk çekiyorum. Öncelikle zaman sıkıntım var. Zamanım olduğunda da illa film izlemek gibi bir takıntım. Ama bazı kitaplar kendini zorla okutuyor insana. Ayça Şen özenle takip ettiğim az sayıdaki medya insanından biri. Radyo, TV ve gazete işleri yaptığı için ne diyeceğimi bilemedim. Aman yanlış anlaşılmaya! Neyse konuya geleyim. Ayça Şen'in yeni kitabı Saatçi Bayırı', bir haftadır elimden düşmek bilmedi. Başlarda, benim de gerektiğinde ukalalık yapmak üzere Ayça Şen kitabı üzerine bir fikrim olsun diye başladım. Ama sonra hem kitabı çok beğendim, hem de kitap okumayı ne kadar özlediğimi fark ettim. Aslında heyecanımdan hemen Ayça'yı aradım. Ondan daha fazla heyecanlıydım açıkçası. Bazen bu saçma heyecanımdan ben bile sıkılıyorum. Onunla bir yerde kahve içip, kitap hakkında bin tane kadar soru sormak istedim. Tam buluşacaktık. Onun radyoya gitmesi gerekti. Sonra da çocuklu misafirleri geldi. Evde olması gerekiyordu. MSN'de chat yapalım dedi ama ben de biraz bozulmuştum. Neyse, kitap diyordum. Ayça tam 395 sayfalık bir roman yazmış. Ondan beklenmeyecek mekan ve karakterleri öyle bir betimlemiş ki şaşırmamak elde değil. Üsküdar'daki bir türbeyi anlattığı bölüme bayıldım. Mekanı o kadar güzel kodlamış ki, neredeyse okurken burnuma tasvir ettiği koku bile geldi. Bir de şu cümleye bayıldım: "Belki de sabahın çok erken saatleri olduğu için mantık henüz uyanmamıştı ve zeka erken kalkınca mantıktan daha hızlı oluyordu; bu mantıksızlık bundandı..." Ayça seni çok alkışlıyorum!
BROKEBACK MOUNTAIN Zor bir durum, zor bir konu. İnsan neyi nasıl yazacağını bilemiyor. Köşe yazmak bu yüzden biraz zor aslında. Çünkü önce, toplumun sizden duymak istedikleri var, bir de sizin toplumun sesini kısıp bağıra bağıra söylemek istedikleriniz. İki erkeğin aşkını anlatan filmi izledim dün gece Türkiye galasında. Çok çarpıcı (duvardan duvara), rahatsız edici ama bir o kadar da güzel bir filmdi. İki erkeği sevişirken (Öpüşme dışında görünen bir şey yok) görmek biraz tedirgin ette beni. Ama birbirlerine gerçekten aşık olmalarını ve zaten zor olan hayatlarını daha da zorlaştırmayı göze alarak ilişkilerine devam etmeleri kafamı çok karıştırdı. Film bittiğinde ağladım da biraz. Aşk partiler üstü bir durum demek istiyorum sadece. Eşcinselliğin 'ibnelik'ten öte bir şey olduğunu hissettiriyor film. Cinsellik sahneleri de hayli sınırlı ve öyle porno tadında değil. Filmin 18 yaş altına yasaklanması doğru mu yanlış mı bilemem. Eminim bu kararı Kültür Bakanlığı bünyesinde çalışan psikologlar ve toplumbilimciler karar vermiştir. Ama madem Kültür Bakanlığı filmlere izlenirlik derecesi verebileceğini hatırladı, neden daha önce kanların oluk oluk aktığı 'Kill Bill', annesine aşık olan bir çocuğun öyküsünün anlatıldığı 'Luna' veya erkek kığına giren bir kızın bir başka kıza aşkının anlatıldığı 'Boys Don't Cry' için aynı kriterler işletilmediğini merak etmeden duramıyorum. Eskiden babalarımız öpüşme sahnesi olunca evde kanal değiştirirdi. Bu yüzden televizyonda basit bir öpüşme sahnesi bile kalabalıkta seyredince tedirgin eder. Şimdi de Kültür Bakanlığı babalarımızın yerine kanal değiştiriyor galiba. Bu arada filmi izlemeye gelen bir yazar arkadaşımın "Bu film kadınların kovboylardan intikamı gibi olmuş" demesi de ilginç bir bakış açısıydı.
|