Çankaya oyunu için erken
Dün Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan bir ankete göre, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yerine Çankaya için en popüler cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan. Ancak yalnız yüzde 19.9'la. Oysa Pollmark tarafından yapılan ankete göre AK Parti'nin popülaritesi, 2003 seçimlerinin de ötesinde % 43 gözüküyor. Ancak partiye oy veren veya 2007 seçimlerinde oy vermeyi planlayanların yarıdan fazlası için Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkması " birinci tercih " değil. AK Parti'li ya da AK Parti'ye yönelecek olan seçmen, şu ya da bu sebeple Çankaya düşüncesine henüz sıcak değil . Ya Erdoğan'ı hükümetin başında görmek istiyorlar; ya da Çankaya için başka adayları var. Bu ilginç durum, partinin Meclis grubu ya da seçmen anketlerinde de ortaya çıkıyor. Anlıyoruz ki Kızılcahamam'daki AKP kampında bol bol Çankaya tartışmaları yaşanmış. Meclis grubunda da bazı AK Partili vekiller, Erdoğan'ın " yukarı " çıkmasının "partiye zarar vereceği" görüşünde. Erdoğan'ı 2007'de seçim kazanacak lider olarak görüyorlar. "Çankaya'yı isterse tabii ki destekleriz" diyorlar, " Ancak parti ne olur?" Peki Başbakan'ın hesabı ne? Bu soruya verilecek her cevap, spekülasyondan ibaret olacak. Çünkü Tayyip Erdoğan, şu ana kadar ne kamuoyu önünde, ne de yakın çevresine Çankaya niyetiyle ilgili "renk vermiş" değil. "Gönlünün bir yerinde istiyor" olabilir, ama nasıl bir karar alacağı belli değil. Yakınları Çankaya konusunda niyetini okuyamıyorlar. Ortada bağlayıcı bir sözü yok. Bizce verilmiş bir kararı da yok. "Verilmiş bir karar yok" demek, Tayyip Erdoğan 2007'de seçim kazanıp "5+5" tarzı bir yeni bir sistemi zorlamak da isteyebilir demek. Bu durumda Nisan'da güvendiği, siyaseten onayladığı bir Çankaya adayının önünü açıp, hala 60'ına gelmemiş icracı bir başbakan olarak oraya buraya koşmaya devam etmek isteyebilir. Anladığım kadarıyla Erdoğan " tarihte nasıl anılacağı ", "Türkiye için neyi sembolize ettiği" sorusuna kafa yoran bir lider. 2007 geldiğinde, " Henüz daha Başbakan olarak yapacağım çok şey var " hissi ağır basabilir...
Son günlerde bazı meslektaşlarımdan Şemdinli iddianamesi sonrasında medyanın " demokrat olmayan " bir tutum sergilediği eleştirisini işittim. Entelektüel çevrelere göre medyadaki bizler, bir anda " fazla askerci ", bağımsız yargıya yönelik " fazla toleranssız " olduk. Askersivil dengesini şaşırdık. Bu eleştiriyi getirenler, Şemdinli iddianamesinde, Türkiye'nin terörle mücadele geleneğine yönelik önemli saptama ve eleştiriler olduğundan, Şemdinli'nin " kapanması değil çözülmesi " gerektiğinden, savcıları cesaretlendirmezsek Susurluk benzeri "karanlıkları geride bırakamayacağımızdan" dem vurdu. Ancak basın Şemdinli konusunda "demokratik olmayan" bir tutum sergilemiş değil. Tam tersine iddianamede Büyükanıt Paşa'yla ilgili bölümlerin ne kadar zayıf hukuki temellere oturduğunu aktarmak suretiyle " aktivist hukuk " kavramını reddetmiş oluyor. Doğru, iddianamenin cesur yönleri var; ancak komplocu ve siyasi hesaba yönelik bölümleri de. Basın başından beri Şemdinli olayının içinde bir "komplo" kokusu alarak toplumsal görevini gerçekleştirdi. Normal koşullar altında " bağımsız savcıların cesaretinin kırılmaması " önemli. Ancak bazı oyunları bozmak da bizim görevimiz.
|