| |
|
|
İki arada kalmışlığın hüznü bazen müziğe yansır...
Engin Ardıç Akşam'daki köşesinde TCDD müzesinde bulunan taş plaklardan derlenmiş "Atatürk'ün Trende Dinlediği Parçalar" CD'sini ele almıştı. Şöyle demişti bir yerinde: - Fakat azıcık tuhafıma gitti... Bu eserler arasında, 'ağır' parçalar da var, 'Sen Bezmimize Geldiğin Akşam Neler Olmaz... Ey Gonca Dehen, Harü Elem Canıma Geçti... Cana Rakibi Handan Edersin... Seni Kim Görse Derununda Muhabbet Uyanır... Kaçma Mecburundan Ey Ahuyu Vahşi, Ülfet Et...' Hani albümün adı 'Mehmet Barlas'ın arabayla giderken dinlediği şarkılar' olsa anlayacağım ama... Tabii nükte benim açımdan hoş... Ancak Atatürk'ün ve O'nun kuşağının müzik zevkinin düzeyini biraz hafife aldığı için, biraz düzeltmek de gerekiyor. Özellikle Engin Ardıç'ın şu gözlemlerine de bu arada değinmek gerekiyor: - ...Batı müziği yok. İlaç için, bir tek batı müziği parçası yok. Hadi klasik sevmezdi diyelim, Mozart'tan Beethoven'den hazzetmezdi, herkes sevmek zorunda değil ya... Allah Allah, otuzlu yılların gözde şarkıcılarını, diyelim Zarah Leander'i, Lilian Harvey'i, Willi Fritsch'i, Marek Weber tango orkestrasını da mı dinlemezdi? Neden? Almanya'yla aramız pek iyiydi oysa. Fransızca bilirdi büyük kurtarıcı; o dönemin meşhur Fransız muganni ve muganniyelerini, Maurice Chevalier, Mistinguett, Rina Ketty, Reda Caire, Leo Marjane, Charles Trenet falan da mı dinlemezdi? Rahmetli babamın bayıldığı Tino Rossi'ye hiç mi iltifat etmezdi örneğin? Carlos Gardel'i duymamış mıydı hiç? Gardel'in ortalığı kırıp geçirdiği yıllar bunlar... Allah Allah... Bu önder, balolarda 'mebus hanımlarını' dansa kaldırıp onlara 'batılılık' öğreten önder midir? Sevgili Engin Ardıç, aynı zamanda Atatürk'ün bir "İmparatorluk Subayı" olduğunu da bu yazıyı yazarken düşünmemiş olmalı. Havacılık gösterileri için 1910'da Fransa'ya, Veliaht'ın refakat subayı olarak Almanya'ya, tedavi amacıyla Karlsbad'a giden, Sofya'da ataşemiliterlik yapan bir imparatorluk subayı. Nitekim bu dönemde Puccini'nin Toscası'na takılır ve "E stevan le lucelle" aryasını sürekli mırıldanmaya başlar. Özetle Atatürk de o kuşak subayları gibi hem Osmanlı, hem Avrupalıdır.. Nitekim Çankaya'da Cumhurbaşkanı'yken, 1925 akşamlarında İsviçre'den getirilen kahya kadın Madame Bauer gözetiminde gramofonda tangolar çalınıp, yemek sonrasında dans edilir (Fahrettin Altay'ın Anıları). O plaklarda mutlakla Carlos Gardel de vardır. Ama bu kuşağın Türk müziği tutkusu da yoğundur. Eğitimde "Batılılık"ın simge ismi olan Hasan Ali Yücel'in "Sen Bezmimize Geldiğin Akşam" ının da bestecisi olduğunu görmezden gelebilir miyiz? Türk müziğinin radyoda yasaklanması kararı, İçişleri bakanı Şükrü Kaya'nın 1936'da gündeme getirdiği bir aşırılık. Bu konu ayrıca tartışılmaya değer tabii. Ama Engin Ardıç'ın müzik tercihi konusunda İsmet İnönü'ye gönderme yapması da bence biraz aceleye gelmiş.Şöyle diyor: - Buna karşılık, gençliğinde Yemen'de ele geçirdiği bir taş plak koleksiyonunu aylarca dinlemek zorunda kalıp esaslı bir klasik müzik hayranı kesilen İnönü'yü hatırlayalım... Ankara'da bütün konserlere tin tin gidip en ön sıradan izler, özellikle viyolonsele bayılırdı. İşte ikisinin arasında bu fark var, biri halkla bütünleşmiş, öteki halktan kopuk. Tamam da, İnönü'nün bir Safiye Ayla tutkunu olduğunu, gazete tefrikalarından bile bilmiyor muyuz? Neticede o kuşak böyledir. Kalan Plak'ın Arşiv dizisinden "Lale-Nerkis Hanımlar" albümünü dinleyin mesela. Bu hanımlar hem Hacı Arif Bey'den "Kurdu meclis aşıkan"ı, hem de Offenbach'dan "Barcarolle" yi söylerler plaklarda. Hafız Burhan'a da "Kuş sesleri ovalara yayılır" ı söyleten bir geçiş dönemidir bu.
|