Salkım ile talkın
Biliyoruz; bir, iki, üç milletvekili "Git" dedi diye, Maliye Bakanı gitmez; Başbakan "gitmeyecek" dedikçe. Ama dört, beş, altı... yetmez, yedi, sekiz, on sekiz... yirmi ve otuz sekiz... başka olur. Halk diyebiliyorsa, umursuyor, bir şekilde sesi çıkıyorsa bambaşka olur. Medya, ne hısım ne hasım olmadan didikleyebiliyorsa, büyük gazeteler haberleri nasıl küçültürüz diye kurdeşen dökmüyorsa acayip olur. Biliyorum, çünkü ısrarlı (amma mutlaka doğru) haberlerle gazeteciliğin, asıl "halk gücü"nün, halk adına "dördüncü kuvvet" olabilmenin manasını ve coşkusunu bizzat gazete yaparken yaşadım. O yüzden, kimseye düşman olmadan, ama kendi mütevazı ölçüleri içinde "Dipsiz Kuyu" da hep ısrarcı ve inatçı olur. 13 kurşunla öldürülen 12 yaşındaki çocukta da... Silahlı Kuvvetler'in her kademesinden kesilen paralarla, yardımlaşma fonu maskesiyle büyük bir kapitalist holding olan OYAK'ta, ordunun en üst kademesinden gelenlerin borusu ve neması öterken, en alttakilerin sürünmesinde de... Onların hep alçak süründürülmesinde de... Kredi kartı meselesinin asıl püf noktasının borcunu ödeyemeyenlere bir kerelik fırsat tanınması değil, borcun adeta bir haraç gibi bankalar tarafından kabartılmasında yattığını söylerken de... Maliye Bakanı'nın sepet sepet yumurtaları için aylardır onca yazı yazarken de... Sauna çetesindeki özel kuvvetçinin ve bombaların manasını sorarken de... Vesaire.
 Kamu çalışanları inliyorsa, çalışan-çalışamayan on binlerce aile yoksulluk ile açlık sınırları arasına sıkışmışsa... Bütçeyi sıkı tutmakla övünen bir bakan, kendi mahdumuna "Yürü ya oğlum" diyemez. Ayıptır, ahlaken. Günahtır, dinen. Kuşkuludur, hukuken. Aynı, şehit oldular mı bayrağa sarılan onca astsubay, uzman çavuş mensubu, görevde iken, canlı iken, emekli iken süründüğünde dönüp bakmayan "ordu holdingi" tavrının da öyle değerlendirilebileceği gibi. Bir de şu arkadaşlar gibi...
Gazetelerin çeşitli köşelerinde, elbet saygıdeğer uzmanlıklarını, deneyimlerini ve ideolojilerini dile getiren... Aslında gazeteci olmayan... Fakat, ne oldukları, hangi şirketlerde yöneticilik, danışmanlık yaptıkları da sütunda yazmayan... Dolayısıyla ekonomide şeffaflıktan bahsederken kendileri şeffaf olmayan, dünyaya hangi pencereden baktıkları gizli kalabilen kıymetli isimler. Bazıları, Merkez Bankası başkanlığından, yönetiminden geçmiş. Bu nadide uzmanların ana fikri, her zaman iç ve dış iş imkanlarını da kollayacak biçimde, dünyaya "hakim görüşler" zaviyesinden laf atıp tutmaktır. İlle güçlülerden yana. Bunu "akılcılık, rasyonalizm, gerçekçilik" diye pazarlarlar. Siz, hep hayalci, enayi ve cahil kalırsınız. En çok da, kamu kesiminde maaş ve ücrete freni, emeklilik ve sosyal güvenlik harcamalarının kısılmasını, asgari ücretin dondurulmasını filan savunurlar. Ama "vicdanları", vardır mutlaka, onlara, mesela Merkez Bankası zirvesinden geçmişlere şunu der mi? "Yahu, Merkez Bankası Vakfı'nın en kıyak emeklileri sizsiniz. Çalışmadığınız süreler için neredeyse 20 yıllık kaynak, sanki sizin cebinizden prim olarak yatırılmış gibi, Hazine kasasından alınıp havuza kondu. Ve siz o sayede, birkaç yıllık çalışma için dahi, henüz genç yaşlarınızda 20 küsur yıllık avanta bir emeklilik ile onun milyarlarca eski liralık maaşlarını aldınız, alıyorsunuz." Yani, hiç olmazsa, başkalarına hayat biçerken biraz utanınız! Yaman Törüner, Ercan Kumcu gibi değerli köşe yazarları eminim bu hisler içinde şöyle diyordur: Ele verir öğüdü, kendi keser söğüdü!
|