Hatıra endeksi!
Türkiye'de enflasyon düşüyor... Rakamlar böyle söylüyor... "Makro" ekonomide, yani "tepeden bakınca" her şey yolunda görünüyor... Lakin... İş mikro ekonomiye gelince, yani "aşağıya gelince" sancılı sesler yükseliyor. Tekstilde mesela, kapanan işyerleri; artan işsizlik, cari açık, kredi kartı mağdurları, vs... Bütün bunlar işlerin iyiye mi kötüye mi gittiğini anlatıyor? Bardağın ne tarafına bakmak gerekiyor? Boş tarafına mı, dolu yanına mı? Karışık işler... En iyisi sorunun yanıtını işin ehline ya da bir bilene bırakmak. Ama asıl bilen hayatı "hesapkitap" la yorumlayanlar mı olmalı; ya da "endeks" lerde yaşam öyküleri hiç hesaba katılmayanlar mı sayılmalı? Karışık işler... Tam da bu ortamda Merkez Bankası, 'Türkiye'de Enflasyonun Tarihi'ni "nostaljik" siyah-beyaz Türkiye fotoğraflarıyla anlatan bir kitap yayınlıyor. Enflasyonun son on yılların değil, çok daha uzun bir yolculuğun hikayesi olduğu anlatılıyor. Türkiye'nin "enflasyon" larla çok acı bir bedel ödediğini, ama bu arada "nereden nereye" gelindiğini de hatırlatıyor unutanlara... Bedel kimlere ödetildi, kimler tereyağından kıl çeker gibi sıyrıldı "zor yıllar" ın içinden... Ayrı hikaye... Ya da asıl hikaye bu... İşte yaşayan tanıklarıyla Türkiye'nin "Hatıra Endeksi..."
 Sanatçı Yıldız Kenter (78) anlatıyor: "Yatılı okuyordum. Dört lira para ile senede bir pabuç, bir pardösü verirlerdi bize. Kendimi müthiş zengin hissediyordum. Evvelki dönemlerde annemle babamın arkadaşlarının evlerine iş yapmaya giderdim. Bulaşıklarını yıkardım, bodrumlarını temizlerdim, karşılığında üç kuruş, beş kuruş para verirlerdi. Bazen eski ahbapların çocuklarının eski paltosu, elbisesi, pabucunu getirirlerdi bana... Ağabeyimle birlikte gazete kağıdından kesekağıdı yapar, Hisariçi'ne götürüp satardık." Yönetmen Atıf Yılmaz (80) anlatıyor: "Sinemacılığın uzun bir döneminde hammaddeyi karaborsadan ancak alabiliyorduk. Yurtdışında bire on film kullanılırken, bizde bire iki, hatta bazen bire bir kullanılıyordu. Enflasyonun bir başka etkisi, prodüktörlerin tefecilerle, bankerlerle uğraşmaları oldu." Vatandaş Hatice Çelikkıran-Dokumacı (83) anlatıyor: "Devlet harpten çıkmıştı, milleti yoktu. Şimdinin en fakiri, eskinin en zenginine eş. Bir zaman cenazelerin üstüne halı örmeye başladılar. Benim bir nişan halım vardır, gelip isterler, gidip örterler, sonra getirirlerdi. Biz çok çalıştık. Sabah ezanda giderdim, kalfalar gelirdi; onlarla gece saat on bire kadar çalışırdık. On birde cereyanlar sönerdi, işi iyi idare ederdik." Gazeteci Özden Alpdağ (62) anlatıyor: "Bugün yine bir kuruştan, on kuruştan söz ediyoruz ama, ne gariptir ki yeni paraya geçişin kaçıncı ayındayız ve ben henüz bir kuruşu görmedim. Gerçek bu: Bir kuruşu mutlaka piyasada bulmamız lazım. Ortaokuldayken, sarı delikli iki buçuk kuruşlarla, Tanrı sizi inandırsın ben bütün günlük ihtiyacımı görürdüm." Bilim adamı Erdal İnönü (80) anlatıyor: "Babam, 'Ben enflasyonun ne olduğunu başbakanlığımdan sonra öğrendim, daha evvelden bilmiyordum' derdi. Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı, babamın Başbakanlığı döneminde, 1923'ten 1937'ye kadarki dönemde bildiğim kadarıyla Türkiye'de enflasyon yoktu, çok iyi kontrol ediliyordu." Sanatçı-İşadamı Şakir Eczacıbaşı (67) anlatıyor: "Babam ayakkabılarımız eskimeden ayakkabı almaz, eskilere bile pençe yaptırır, ancak giyilemez hale gelince bir yenisini alırdı." Sanatçı Metin Akpınar (65) anlatıyor: "Annem, eve ani bir misafir geldiğinde, hemen deposunda var olan birazcık kavurmayı, kavrulmuş kıymayı soğanla kavurur, bu ekmeklerin üstüne döker, çok sulu olursa tirit, nispeten kuru olursa papara dediğimiz bir gıda yapardı. Sadece bir teldolap vardı. Evlerin yemekleri işte bu dolaplarda saklanırdı. Mutfak en serin yerde olurdu. Genellikle poyraza ve karayele bakan yer... O dönemde İstanbul'da her şeyi çarşıdan pazardan almak zordu." Vatandaş Emine Güler (87) anlatıyor: "Ne kadar çok yokluk vardı. Buğdayı biçip döver, hemen savurup temizlerdik. Sonra su değirmenlerinde öğütür, gelip evde bir parça hamuru yoğurup ocakta pişirir, çocuklara yetiştirirdik."
Hatıra endeksi en geçerli endekstir... Hatıralardan ne kadar uzaklaştığımıza ya da kimilerinin "hâlâ" ne kadar yakın durduğuna bakarak anlaşılır her şey...
|