Balığın başı
Ülkeniz cennettir; lakin birileri size hep "cehennem" de yaşadığınızı hissettirmekle mükelleftir. Anayasa'da satır aralarına "eşitlik, adalet, hukuk, demokratik, vatandaş, birey, özgürlük, hak" gibi kavramlar konmuştur ama, "otorite" her şeydir. Oysa; burada hep tekrarlarız, "Demokrasi kültürü, boyun eğdirmemek ve boyun eğmemektir". Sırf gücün, kudretin, statün, servetin, hikmetin, mülkün, üniforman, apoletin, rütben, yetkin, seçilerek yahut atanarak elde ettiğin makamın, kürsün, unvanın, gönüllüzorunlu kitlen var diye... Fiilen ağasın, paşasın, beysin, reissin, şefsin, müdürsün, patronsun, başsın, başbaşsın, hocasın, şeyhsin diye... Yahut bunlardan birinin yanındasın, yakınındasın, yakınısın, elisin, kolusun, dış kapısısın, dış kapısının mandalısın diye... Altındakini, güçsüz bulduklarını eziyorsun, sindiriyorsun, aşağılıyorsun, hırpalıyorsun, canını burnundan getiriyor, burnuna halka takıyor, duvara çiviliyor, anasını ağlatıyor ve anasına ağzına geleni söylüyorsun ya... Bu "demokrasi" değildir. İnsan olmak da değildir, vicdanın tüm gücüyle, kalbin temizliğiyle inançlı olmak da değildir. Buna teslim olmak, boyun eğmek, yalakalığını yapmak da öyle.
Bu ülkenin, bu halkın; okutarak, destekleyerek, omuzlara alarak, seçerek, bağrına basarak, alkışlayarak, büyük adam yerine koyarak; nice kavruk, yoksul, yoksun, imkansız, ihtimalsiz evladı arasından çıkardığı... "Başım üstüne... Baş üstüne" dediğinin kimisi "Bumerang" gibi döner, geldiği yeri vurur. Mersin'de başbakan olur... "Lan... Ananı da al" diyebilir... Isparta'da belediye başkanı olur, makamında dövdürtür. Ankara'da komutan olur, başına örtü de takarmış diye öğretmene kapıyı kapatır, dayağı, azarlamayı makul, rütbesine göre, tüm ahaliyi ve devleti emrinde görebilir. Şemdinli'de devletin herhangi bir şeysi olur da, halkı kafadan suçlu bulur. Trabzon'da vali olur, kendini kentin sahibi, herkesi özel kalemi yerine koyar. Onlara sırf TV'de, gazetede rastlamadınız elbet; "kuyruğuna, kuyruğuna" hayatınızın çok safhasına girdi. Okulda, işte, belediyede, askerlik şubesinde, kaymakamlıkta, karakolda, hastanede, parti örgütünde, cemaatte... mutlak birine rastlamışsınızdır. Ne bileyim, belki biri de siz olmuş; kendi çapınızda, kendi çöplüğünüzde, kendi kabınızda, kendi kapınızda azıcık başbakan, biraz komutan olmuş da, münasip birine esip savurmuşsunuzdur.
Ama derseniz ki, "hayat böyle"... Elbette! "Hayat böyle" zehir edilir çünkü. "Hayat böyle böyle"; insanların, kadınların, çocukların, halkların, ülkelerin, zayıfların, ekmeğin peşinde bitap düşenlerin, silah altındakilerin, namlunun ucundakilerin, itiraz edemeyenlerin, itirazı dinlenmeyeceklerin, itirazı korkutanların, itiraz ihtimalinden bile korkulanların üzerine üzerine yürüyor. İtip kakıyor, sövüyor, dövüyor. Dünyanın, devletin, işyerinin, ekonominin, siyasetin, inancın, düşüncenin, tarihin amirleri var; varoluşlarını başka ülkeleri, halkları, kültürleri, inançları, özlemleri, dertleri, hayatları, ötekileri ve alttakileri istiskal ve istismar ederek, hırpalayarak idrak ediyorlar. Başbakan'ın "başbalan" ı "böyle bir hayat" ın en üst düzeyde gözünüze gözünüze sokulmasıdır. "Baba devlet" in bir yüzü "kaba devlet" tir. En nazik halinde bile, tüm otoriteler gibi, şiddet ve hakaretle yüklüdür. Fırsattır; her anınızdaki her otoriteyle yüzleşsenize hele... Balık baştan koktuğunda, kuyruğu mis gibi olabilir mi!
|