|
|
|
|
|
Gelen gideni aratır
|
|
Süren yönetimindeki sportif başarının maliyeti büyüktü. Cansun 8 ayda büyük borç öderken şahsi kefaletlerini temizleyip gitti. Büyük ümitlerle gelen Canaydın ise sadece gidenleri arattı.
Faruk Süren yönetiminde sportif başarı gelmiş ama mali açıdan da deniz bitmişti. Sonun yaklaştığını gören Süren ve yönetimi, dönemlerinin bitimine 8 ay kala istifa etti. Peki cenazeyi kim kaldıracaktı? Yeni yönetime Mehmet Cansun ile Ateş Ünal Erzen talip oldu. Cansun, "Eski yönetimin devamıyım. Bunu temizlemek bana düşer" diyordu. Erzen ise arkasındaki Cem Uzan rüzgarına güveniyordu. Ancak Cansun'un başında bir felaket vardı. Süren yönetimindeyken evine hacizler gelmiş, bütün mal varlığı ipotek altına alınmıştı. Cansun kazanmaya mecburdu. Erzen'in güvencesi Uzan rüzgarı aslında en büyük handikapı idi. Çünkü başkan olursa Cem Uzan ne isterse yapmak zorundaydı. Sonuçta üyeler Erzen'in başkan olmasına "Başkasının parasıyla iktidar olunamaz" felsefesiyle izin vermedi. Seçimi Cansun kazandı. Kasa tam takırdı. Cansun'un 17 milyon dolara yaklaşan şahsi kefalet ve teminatları risk altında idi. Cansun da hemen çareyi buldu. Sportif AŞ halka açılacaktı. Yüzde 16'lık hisse 20 milyon 500 bin dolara satıldı. Cansun gelen parayla şahsi kefalet ve teminatlarını sıfırladı. Olağan genel kurul geldiğinde çok yakın çevresine "Seçime çocuklarımın ısrarı ile giriyorum. Kaybetsem ne yazar! Nasıl olsa bütüm kefalet ve teminatlarımı sıfırladım, üzerimde de en küçük bir risk kalmadı" demişti Canaydın kazandı. Sonuca en çok sevinen de Cansun oldu. Yakın çevresi o seçimi Cansun'un isteyerek kaybettiğini çok iyi bilir. 1988'de Tanrıyar, 1994'te Yalman, 1996'da da Süren yönetimlerinde çalışan Canaydın camiada uzun süredir yolu gözlenen bir isimdi. "Canaydın gelecek dertler bitecek" deniyordu. Oysa Özhan Canaydın, 1996'da da istese başkan seçilirdi. Ancak o güne kadar sadece iki dönem yönetimlerde yer almıştı ve deneyimini yeterli bulmuyordu. Israrlara rağmen aday olmadı. Canaydın 1996'da başkan olsaydı, Sayın Yalman'dan kulübü borçsuz alıp buna göre bir yönetim sergileyecekti. Tabii; Canaydın 1996'da başkan olsaydı Galatasaray UEFA Kupası'nı kazanır mıydı? Süper Kupa'nın sahibi olur muydu? Ya da 4 yıl üst üste şampiyonluğu yakalayabilir miydi? 1996 seçimleri öncesinde Sayın Alp Yalman, "Sevgili Canaydın, eğer sen başkan adayı olacaksan ben hemen adaylıktan çekilirim" teklifini yapmıştı. Ama Canaydın tecrübesine güvenemedi; Süren'in yönetimine ikinci başkanlık sözünü alarak ismini yazdırdı. 1996 seçimini Süren, Canaydın'ın getirdiği mektepli oylar sayesinde kazandı. Yönetim Kurulu'nun ilk toplantısında Süren Canaydın'ı ikinci başkanlığa getirdi. Ergun Gürsoy, "Canaydın'ın ikinci başkan olduğu yönetimde ben ondan alt rütbede görev yapmam" diyerek kıyameti kopardı. Süren, Canaydın'ı harcamakta bir dakika dahi tereddüt etmedi. İnan Kıraç devreye sokuldu ve ara formülle Atilla Donat ikinci başkan oldu. Canaydın ve Gürsoy yönetim kurulunda aynı rütbe ile asbaşkan olarak görevlendirildi. Kadere bakın ki; o gün "Canaydın'ın altında görev kabul etmem" diyen Gürsoy iki yıldır Canaydın'ın yönetiminde ikinci başkanlık yapıyor. Canaydın, Süren'in kendisine attığı çalımı unutmadı ve ikinci Süren döneminde listeye girmedi. Artık çaresiz Süren'in akıbetini beklemek zorundaydı. Çünkü Süren'le çalıştığı iki yıllık dönemde kulübün gidişatının iyi olmadığını fark etmişti. Canaydın, Süren ile çalıştığı dönemde "Geniş ufkun ve vizyonun ağır maliyetini" görmüştü. Ama kendisinin en büyük talihsizliği de vizyonsuzluğu idi. SABAH'ta Sayın Canaydın için "Adolf Sendromu" başlığıyla yazdığım yazıda bunu anlatmıştım. Canaydın'ın ilk yönetiminde çok iş yapan birçok arkadaşı ikinci seçimde yanında yoktu. Ali Dürüst, Burak Elmas ve Özer Saraçoğlu her şeyi tek başına yapmaya çalışan, paylaşımcı düşünceden uzak davranan Canaydın'a iki yıl sonra destek çıkmadı. Sonuçta Süren döneminin ardından kulüp ağır bir mali faturayla karşı karşıya kalmıştı belki ama tarihinde görmediği sportif başarıları yakalamıştı. Canaydın bu şartlarda aldığı bayrağı sportif alanda geriye götürdüğü gibi mali açıdan da "Gelen gideni aratır" dedirtti.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|