|
Hülya ile Türkan'a her koşulda güvenebilirsiniz
|
|
Film çekerken aşk da olur yakınlaşma da. 15 gün, bir ay günde 20 saat beraber çalışıyorsunuz. Ama reklam olsun diye yaşanan hiçbir ilişki yoktu.
İzzet Günay, 1963'lerden sonra baş rollere çıkmaya başlıyor. O zamanın çılgın temposu içinde setten sete koşan bu yeni yüz, bütün kadın starlarla oynuyor. Ama en çok kimi hatırlıyor? "En çok Türkan'la oynadık. Sanırım 13-14 filmimiz var birlikte. Hülya ile de ona yakın; 12-13 kadar." İkisini de çok seviyor, çok beğeniyor: "Starlıkları önemli değil. Ama insan yanları öyle güçlüdür ki". Örneğin Türkan'ın ne kadar doğal olduğunu ve hep içinden geldiği gibi davrandığını belirtiyor: "Onlara her zaman, her koşulda güvenebilirsiniz." En sevdiği filmi? Elbette "Vesikalı Yarim." Lütfi Akad'la ilk kez çalıştığını ve filmi çekerken önünde yeni ufuklar açıldığını söylüyor: "Belki bu kadar kalıcı olacağını bilmiyordum. Ama çok farklı bir şey yaptığımızı hissettim. Sonra onunla 2-3 film daha yaptık. Ne tuhaf, 120-130 filmim var, aralarından belki 15-20 tanesini sayabilirim. En başta da Lütfi Hoca'yla yaptıklarım geliyor. Vesikalı Yarim, Kader Böyle İstedi, Seninle Ölmek İstiyorum gibi. Keşke daha çok çalışabilseydik"... Soruyorum: "30 yaşlarında bir genç adamsın ve birden Türkiye'nin en güzel kadınlarıyla art arda film çevirmeye başladın. Nasıl etkilendin?" "Vallahi güzel kadınlarla film yapmak hoş bir duygu" diyor. Ben üsteliyorum: "O film çekme koşulları, insanlara yakınlaşmak, birbirine aşık olmak fırsatını getiriyor muydu? Yani set aşkları denen bir şey var mıydı, yoksa bu bir şehir efsanesi mi? İzzet açıksözlülükle yanıtlıyor: "Aşk da olur, yakınlaşma da olur. 15-20 gün, bir ay, günde 20 saat beraber çalışıyorsun. Kimi zaman gece 02.00'de eve bırakıyorlar. Yakınlaşmamak mümkün mü? Ama bizim toplum yapımız gereği bunlar Batı'daki gibi basına yansımazdı. Bir içe dönüklük, bir tutuculuk vardı. Hiçbir şey fazla lanse edilmezdi. Yani bugünkü gibi değildi. Hele gösteri olsun, reklam olsun diye yaşanan aşk hiç yoktu. Yeşilçam'da yaşandıysa dürüst, gerçek aşklar yaşandı". İzzet o günlere dalıp gidiyor. "1964 yılında tam 18 film yapmıştım. Tefe koydular beni. Ağır bir dramı bitirip cıvık bir komediye geçiyorduk. Allahtan tiyatrodan geldiğim için kimlik ve karakter değiştirmeye çok alışıktım. En çok komedi-avantür çektim: Hafif argosu olan babacan, bıçkın ama herkesin koruyucusu hafif kabadayı tipi yani." Bu arada, Öztürk Serengil'e mal edilen ünlü "Helal, Adanalı Celal" deyimini aslında ilk kez kendisinin kullandığını ekliyor. Ben de bu değerli bilgiyi dilbilimcilerimizin dikkatine sunuyorum!
|