| |
Despotların rövanşı
İslam alemini rencide eden karikatür krizi, Ortadoğu'nun siyasal, toplumsal ve ahlaki meşruiyetlerini yitirmiş rejimleri için cankurtaran simidi oldu. Suriye'de ve onun karıştırmaktan vazgeçmediği Lübnan'da yaşananlar bunun somut örneklerini oluşturuyor..
Şam'da ve Baas maşalarının cirit attığı Beyrut'ta alevler içindeki büyükelçiliklerin görüntülerine bakarken, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın geçen Haziran'da Kahire'de yaptığı açıklamayı anımsadık: "ABD, 30 yıl boyunca Ortadoğu'da istikrara öncelik verdi. İstikrar için de demokrasiyi feda etti." İstikrardan kasıt neydi? Bölgede Nasır modeli yönetimler çıkacağına varsın çürümüş ama Batı yanlısı rejimler devam etsin. Bizi sevmeyenler işbaşına geleceğine varsın en temel insan haklarını bile çiğneyen, halklarını cehalet ve yoksulluk bataklığına gömen şeyhler, emirler, krallar, diktatörler çalmaya çırpmaya devam etsin. Magrip'ten Maşrık'a kadar tüm bölge bu mantık ya da tercih sonucu yoz rejimler bataklığına dönüştürüldü. Eğitimsiz ve yoksul bırakılan kitleler de, bu ahlaksız egemenlere karşı çaresizlikten dine sarıldı. Mısır'da Müslüman Kardeşler'in yükselişinin nedeni o. Filistin'de Hamas'ın zaferinin de. Irak'ta Şiiler'in önlenemez gücünün de. Hatta ElKaide'nin ve onun bölgenin her yerinde dal budak saran uzantılarının etkisinin de. İslami hareketler çürümüş rejimlerin tek alternatifi haline gelince, bir başka olguyla karşılaşıldı: O yönetimler de siyasal yaşamlarını uzatabilmek için, din silahını kullanmaya başladılar. Şii ayaklanmalarını acımasızca bastıran Saddam Hüseyin'in iktidarının son yıllarında dindarlaşması bunun ilk örneğiydi.
Mısır ve Suriye'ye dikkat Şimdi o yola yönelenler giderek artıyor. En taze iki örnek Mısır ve Suriye. Biliyor musunuz; karikatür krizinin fitilini ateşleyen Mısır Dışişleri Bakanı Ahmet Ebugeyt oldu. 4 ay önce karikatürlerin yayınlandığı günlerde Arap Birliği'ni "Ey Ehl-i Müslim, Peygamberimize hakarete sessiz mi kalacağız" diye toplu eyleme çağırdı. Pek dinleyen olmadı. Ancak Mısır'daki Müslüman Kardeşler örgütü hükümetin elinden bu silahı almaya kalkıp Danimarka ve Norveç'le diplomatik ilişkilerin kesilmesini isteyince ve iki ülkenin ürünlerini boykot kampanyası başlatınca, Hüsnü Mübarek yönetimi güç yarışını yitirmemek için çıtayı yükseltme ihtiyacı duydu ve daha ileri talepler ortaya sürdü. Suriye'de de öyle. Müslüman Kardeşler'in 20-25 bin üyesini gözünü kırpmadan katleden Hafız Esad döneminde yabancı temsilciliklerine saldırmaya cesaret eden çıkabilir miydi? Hele dinci kesimlerden. Neden şimdi oluyor? Çünkü demokrasi yokluğunu, çoğulculuk boşluğunu ve topun ağzındaki iktidarın güçsüzlüğünü bu ülkede de din ve dinci örgütler doldurdu. Beşşar Esad yönetimi de onlara karşı "Ben senden daha dindarım, İslami değerlere karşı senden daha duyarlıyım" yarışına girdi. O yüzden İsveç'in Suriye Büyükelçisi Catharina Kipp, Şam'daki dehşet gecesini anlatırken, "Beşşar Esad portresi taşıyan saldırganlar hiçbir engelle karşılaşmadılar. Çok rahattılar. Hatta binayı ateşe vermelerini videoya kaydettiler" diye hıçkırıyordu. İslam dünyasını haklıyken bir anda haksız duruma düşüren bu saldırılar, Türkiye'de laiklik ilkesinin Anayasa'ya girmesinin 69'uncu yıldönümüne denk geldi. Yayınladığı mesajda laikliğin önemini vurgularken "Laiklik ilkesinin yerleşmediği toplumlarda özgür düşünce gelişemez" diyen, "Laikliğin demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, özgürlüklerin güvencesi olduğunu" belirten Cumhurbaşkanı Sezer çok haklı. Özgür düşünce ancak hoşgörü ortamında gelişebilir. Hoşgörü ancak laik düzende serpilebilir. Laiklik ise ancak demokratik rejimde kökleşebilir.
|