|
|
|
|
|
Karaya oturmuş Savarona'da leblebi servisi
|
|
Lütfen gözünüzü yumun ve düşünün: Küçük bir terastasınız. Tik ağacından koltuklar, şezlonglar. Sessiz sakin bir atmosfer. Önünüzde akıp giden yeşil bir çimen. Yetişkin ağaçlar. Şiirsel fıstık çamları. Küçük göletler. Arada üçlü dörtlü gruplar. Tertemiz giyinmiş insanlar. Ocak ortası için şaşılacak bir güneş... Antalya'da National Golf Club'dayız. Burası "Türk turizminin başkentindeki ilk golf sahası." Golf sevdalıları anlatıyorlar: 27 delikli saha açılalı 12 yıl olmuş. "uluslararası turnuvaların" oynanabileceği sahaları tarif eden Avrupa Golf Profesyonelleri Cemiyeti kriterlerine göre planlanmış. Tabii genel bir kabul var: Golf zengin sporu diye. Baştan söyleyelim. Artık durum 19. yüzyıldan farklı. Golf sahasındakiler aristokratlar, büyük burjuvalar değil. Bu spor da kitlelere maloldu. Hiç kuşkusuz golf oynayanların özellikle ayırdıkları zaman ve sahalarda yer bulmaları açısından belirli bir gelir seviyesinde olmaları gerekiyor. Yani Antalya'ya rağbet eden ve "kitle turizminin her şey dahil fiyatları" ile gelen turistleri, golf sporcuları değiller! Oysa bu çok nazik bir nokta. Golf için gelen turist, her şey dahil sistemindekine oranla iki misline yakın para bırakabiliyor. Türkiye bu yıl "çok önemli bir hedefi" yakaladı: Turizm gelirleri açısından dünya üçüncüsü oldu. Önce bu büyük başarıda her kimin emeği varsa ona teşekkürlerimizi sunmalıyız. Sonrası şu; Türkiye, artık dünya turizminin yükselen değeridir. Uluslararası basında "farklı turist adaylarını" cezbedecek yazılar çıkmaktadır. Bu oluşan bir eğilimin habercisidir. Artık hedefimiz turizmin zirvesidir. Türkiye 2010 yılında ikinci, 2015'de birinci olmayı hedeflemelidir. Bu hedef bizi Avrupa Topluluğu'na yaklaştıracaktır. Topluluğa yaklaştıkça menzili daha yakından görür olacağımız açıktır. Elbette bu noktadan sonra Türkiye, sahip olduğu doğa ve kültürel mirasının üzerine daha çok titremeli. Ne yazık ki kentsel alanlar, sahillerimiz neredeyse her yatırımcının kafasına buyruk davranabildiği sayısız örnekle doludur. Yerel yöneticiler ve merkezi otorite de seyirci kalmayı tercih etmiştir. 12 Ocak 2006 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde bir haber yayınlandı: "Savarona Oteli hakkında... Habere göre; "Antalya Belek'de Atatürk'ün yatı Savarona'nın kopyası yeni bir otel yapılması planlanıyormuş. Otelde Atatürk'ün elbiselerinin sergileneceği bir de müze yer alacakmış." Haber şu şeklilde tamamlanıyor: "Bir kadeh rakı ve leblebinin" bulunacağı bir de oda yaptırılacakmış. Genel Kurmay Başkanlığı ile de temas halindelermiş... Şimdi, bu haber öyle bir şey anlatıyor ki, insana söyleyecek şey bırakmıyor. Oysa öyle olmamalı! Söyleyeceğimiz her şeyi söylemeliyiz ki işin heveslisi kararını gözden geçirebilsin. Önce, denizlerde çok güzel olan teknelerin karaya çekilince, rüküşlüğü de bir kenara koyun, bir hüzne bürünmesi kaçınılmaz değil mi? Öyle ya Savarona denizde bir kuğu kadar güzel, onu karaya oturtmak ne tuhaf bir tasavvur! Sonra kitle turizmine hitab edeceği anlaşılan otelin müşterilerine Atatürk'ün de kullandığı bu teknenin rüküş bir projeksiyonunda yatmak, heyecan mı verecek? Rakı, leblebi, Genel Kurmay mevzularına ise girmek bile yakışıksız! Bakın nereden nereye geldik. Antalya Sahilleri, temalı tesisler denilen bu garaibatla doldu taştı. Evet, bu işi Las Vegas'dan ithal ettik: Ama unutmayalım orası çöl, sonra tarihi 200 yıllık bir toplum kendine eğlence arıyor. Bizim toprakların ise 3 bin yıllık bir mimari geçmişi var. Eğlencesi bile Disneyland ölçeğinde olmamalı! Sözü güzel bir haberle bitirelim. Yine Antalya, Demre'de Kültür Bakanlığı "Noel Baba Kilisesi ve Çevresinin"düzenlenme, bakım ve korumasını Türkiye Anıt ve Çevre Vakfına vermiş. Gelişmeyi kültürel mirasın ehil ellerde korunacağı yeni bir zamanın eşiği olarak görüyoruz!
|
|
|
|
|
|
|
|
|