| |
Şemdinli 'sizlere ömür' mü?
Dünkü gazeteler bir korku filmi gibiydi... Beyoğlu Başsavcısı ile İstanbul Emniyet Müdür yardımcılarından birinin "ilişkileri" konusundaki fotoğraflarla iddialar dudak uçuklatıcıydı... Ağca'nın tahliye macerası muhakkak çözülmesi gereken bir bilmeceye dönüşmüştü... Yargıtay'ın "yanlış hesaplandığına" oybirliği ile karar verdiği tahliye hesapları Üsküdar, Kadıköy ve Kartal adliyelerinden hiçbir engele takılmadan geçivermişti... Üstelik ilk kararı veren Üsküdar Adliyesi'nin bu konuya bakmaması gerektiği, bizzat tahliye kararını alan mahkeme başkanı tarafından söyleniyordu... Ne var ki, bunu beyan eden mahkeme başkanı dosyayı reddetmemiş, karara bağlamıştı...
Hukuk sistemimizin üzerindeki soru işaretlerini iyice koyulaştıran gelişmeler bunlardan ibaret değildi... Musa Anter cinayetinin üstündeki örtü de aralanmaktaydı... Musa Anter'i öldüren beş kişiden biri olduğu belirtilen eski bir "itirafçı" olayı Hürriyet gazetesinde Ersin Kalkan'a sayfa sayfa anlatmaktaydı... Bu kişi daha önce de, 10 Haziran 1994'te Diyarbakır'da kaçırdıkları Murat Aslan'ı öldürdüklerini ve üzerine benzin dökerek yaktıklarını anlatmıştı. Anlattıklarının tümü harfi harfine doğru çıkmış, sonucu Adli Tıp da kesinleştirmişti. Ne var ki, hukuk sistemi bu itirafları sonuçsuz bırakmıştı. Şimdi, aynı itirafçı, daha önceki açıklamalarının bir devamı olarak Musa Anter cinayetini hikaye etmekteydi... Açıklamaları acaba bu kez duyulabilecek miydi? Yoksa çığlık sessizlikte mi yankılanacaktı?
Türkiye, Futbol Federasyonu'ndaki tartışmalarla meşgulken, Şemdinli'de bir kişinin ölümü, beş kişinin yaralanması ile ilgili davada sanık olan uzman jandarma çavuşu tahliye edildi. Savcılık, itirafçı Veysel Ateş'in ifadesinin kaybolduğunu iddia eden Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanı'nın sözleri üzerine Şemdinli polis bilgisayarlarını incelemeye aldı. Bu olumlu gelişmeye rağmen, dünkü gazetelerden birinde CHP Hakkari milletvekili Esat Canan'ın "Şemdinli olayının kapatılacağını" öngören bir demecine rastladım. Esat Canan delillerin karartıldığını söylüyor. Emniyet Genel Müdürlüğü Daire Başkanı gibi itirafçı Veysel Ateş'in gözaltında iken "sürekli telefonla görüştüğünü" iddia ediyor. Tahliye edilen sanığın ortaya çıkmayan telefon görüşme "kayıtlarının" önemini vurguluyor. "Çerçeveye bakıldığında" da "olayın aydınlatılmasının mümkün gözükmediğini" belirtiyor.
Türkiye'de devletin derinindeki odaklardan kaynaklanan şiddet eylemlerinin şu veya bu şekilde adalet sisteminin içinde kaybolması konusu bugüne kadar rastlanmayan keskin bir tonda dile gelmekte... Mehmet Ali Ağca'nın garip bir şekilde tahliyesi, emekli Orgeneral Kemal Yamak'ın Özel Harp Dairesi anılarıyla kesişince, adalet sisteminin zaafları ve karanlıktaki ilişkiler yeniden gün ışığına çıktı. Kendisini karşılayanlardan birinin "çete üyesi" olduğu anlaşılan Ağca'nın tahliyesi ertesinde yazılıp çizilenler bir arada ele alınınca, Türkiye'nin neden evrensel bir hukuk devleti olamadığı çok daha net anlaşılıyor. Yıllardır söylenenler bir kez daha açığa çıktı.
Şimdi asıl soru şu: Acaba devletin sağlıklı bir kesimi, tüm dünyada soğuk savaş döneminin bitimiyle birlikte tasfiye edildiği halde Türkiye'de yaşamaya devam eden Gladio örgütüne artık son vermek mi istiyor? AB istikametinde bir saydamlaşma, hukuksal düzeni tehdit eden şiddet yanlısı bir yapı ile bir arada olamaz. Bu yapının ortadan kaldırılması mı söz konusu? Yoksa, Türkiye'de cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde, Gladio türü örgütlerin köhne kalıntıları gövde gösterisi mi yapıyor? Ya da, sürekli dönüşme sancıları çeken Türkiye'nin devlet içindeki çatışmaları mı ortalığı dalgalandırıyor?
Tahminlerin hangisinin doğru olduğunu gelişmeler gösterecek. Şemdinli'nin "rahmetli" olması ya da sonuna kadar aydınlatılması da nirengi noktalarından birini oluşturacak.
|