Askeri cezaevinden askeri darbeye
Ağca Türkiye'ye getirildiğinde, o zaman Milliyet'te 16 Haziran 2000'de Dipsiz Kuyu'da şunlar çıkmış dilimden: "20 yılda, diğerlerinin kimlikleri başka örgütlenmelere, başka menfaatlere, çok amaçlı çeteleşmelere, kişisel ihtiraslara karıştığı halde (mesihliğini saymazsak!) Ağca tamamen 'steril' kaldı. O, nerede kaldıysa, öyle!.. Onunla birlikte doğrudan 20 yıl önceye dönüveriyoruz. Kafamız karışmıyor. Dili hiç çözülmese, çözülmeyecek olsa dahi, dondurulmuş hafızalarımız çözülüveriyor."
Ağca'nın salıverilmesini tartışan yahut bunu pek tuhaf bulanlardan kimileri, o kan çanağı tarihin en büyük "sır saklayıcıları" ndandır. Onlar, sırlar bir yana, ayan beyan ortada gerçeklerden de kaçmış, kaçınmış, ancak fırtına dindikten sonra ayaklarının en ucunu azıcık suya değdirmişlerdir. Soğuksa, zaten gerisin geri. Kimileri, daha da beteri... Kan çanağının çanak yalayıcılığından da hiç gocunmamıştır. Hem İpekçi'ye ağlayıp hem 12 Eylül'e övgüler düzmek, adilik demesek de, ciddi bir şaşkınlıktır. Ağca 12 Eylül darbesinin kara kutu modüllerinden biridir. Ağca "askeri darbe"nin arifesidir!
Bakın, bu ülkede senelerce, "başbakanlardan da gizlenen" Özel Harp'in içinde, başında bulunmuş bir eski komutan 867 sayfalık tuğla gibi "anı-kitap" yazdı. Kemal Yamak' ın "Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler" inde bir kez bile İpekçi de Ağca da geçmiyor. Bu aslında çoğumuzun bıraktığı "izler": Hatıra çok, hafıza yok. Oysa, Türkiye'nin "M. Ali Ağca tarihi" nin en acı anı o köşede İpekçi' yi vurduğu, en enternasyonal anı Papa'ya ateş ettiği anlarsa... En kritiği de "Askeri üniforma ile askeri cezaevinden kaçırıldığı an"dır. 1 Şubat 1979'da İpekçi'yi öldürmüş, 25 Haziran'da yakalanmış, 11 Temmuz'da tutuklanmış, Selimiye'de tutukluyken nakledildiği Maltepe Askeri Cezaevi'nden 23 Kasım'da kaçırılmıştır. Daha sonra Vatikan'da vuracağı Papa'nın Türkiye ziyaretinden tam bir hafta önce. Prof. Ümit Doğanay' ın öldürülmesinden beş gün sonra, Prof. Cavit Orhan Tütengil' in öldürülmesinden ise 12 gün önce. Yakalandığında başbakan olan Ecevit'in istifasından 38 gün, yakalandığında sorgusuna giren İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'in "bir kadınla skandal fotoları" yüzünden istifasından 49 gün sonra. Demirel'in MHP ve MSP'yle Milliyetçi Cephe hükümeti kuruşundan 11 gün sonra, güvenoyundan iki gün önce. O dönem Güneş' e bağlı polisin Ağca sorgusu için istediği ek süreyi vermeyen Necdet Üruğ İstanbul Sıkıyönetim Komutanı'dır; askeri cezaevi ona bağlıdır. Yaklaşık bir yıl sonraki darbenin önemli kurmaylarından, Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri olacaktır. Ağca kaçırıldığında Genelkurmay Başkanı olan ve "Çözeriz" diye oyalayan Evren' in yani. Ağca askeri cezaevinden kaçırılırken Genelkurmay Başkanı olanı Türkiye "Kenan Paşa" diye alkışlayıp Cumhurbaşkanı bile yapmış, Sıkıyönetim Komutanı'nı da Genelkurmay Başkanı sıfatıyla takdir etmiştir. Basın tarihinin çok sayfası ve bugünkü nice demokratın tarihi, bu isimlere, saygıda kusur etmeme bir yana, yalakalık tarihidir. Bir de "Ağca niye bırakıldı" diye söyleşmezler mi! Bir de "Ağca askere alınsın mı, alınmasın mı" diye tartışmazlar mı! "Ağca'nın askerlik anıları" zaten çoktan mevcut olduğu halde.
|