Avrupa'yı unutuyor muyuz?
17 Aralık sonrasındaki aylarda, Avrupalı çevrelerde bir tasadır başladı: "Türkler AB hedefinden vaz mı geçti? Her şey 17 Aralık'ta tarih alabilmek için miydi?" Sonbahar geldiğinde, 3 Ekim sevdasıyla Ankara'daki AB faaliyetleri bir kez daha canlandı. Hükümet, Ali Babacan'ı başmüzakereci atayarak zaten ciddi olduğunun mesajını vermişti. Ardından 3 Ekim'de tarama süreci başladı. Ancak sonra, birdenbire, her şey yine yavaşladı. Şimdilerde hangi Avrupalı yetkiliyle konuşsam, 301. madde ve Orhan Pamuk tartışmalarının Türkiye'nin Avrupa'daki imajını silindir gibi ezdiğini, Kıbrıs konusunda acilen bir şeyler yapılması gerektiğini, Uyum Protokolü'nde limanların Kıbrıs Rum kesimine açılması maddesinin ciddi bir krize doğru gittiğini duyuyorum. Yanlış duymadınız, "kriz" diyorlar. Üst düzey Batılılar "Dışişleriniz de bu konuda bir tren kazası olmasından korkuyor" diyor. Bir diğer diplomata göre " Limanlar gerçekten başınıza iş açabilir. Bir şeyler yapmanız lazım." Olan nedir? Pamuk ve 301. madde davalarının yarattığı tahribatı bir kenara bırakalım. Ama Kıbrıs baş ağrıtacak. Rum kesimi AB üyesi. Her gün masanın etrafında taraftar topluyor. Türkiye ise, Kıbrıs meselesini buzdolabına koymuş vaziyette. "Nasılsa haklıyız, Annan Planı'na da evet demiştik" diyoruz. Ancak AB içinde bunun lobisini yeterince yüksek sesle yapmıyoruz. Ancak maalesef gümrük birliği ek protokolünün önümüze dayattığı bir takvim var. Limanların açılması, "Avrupa talebi" haline geldi. Bu konuda İngiltere dışında yandaşımız yok. Danimarka ve Fransa, Roj TV krizi ve Başbakan'ın başörtüsü açıklaması nedeniyle küstü. Geriye kalan ülkeler ise, büyük ölçüde kendi derdinde.
Tüm bunları hararetle sıralayıp Türkiye'nin acilen Avrupa'ya eğilmesi gerektiğini anlatan bir diplomata "Ama belki de hükümetin politikası müzakere sürecini yavaştan almak, 2007 seçimlerine kadar yaymak" diyorum. "Neden ille acele etsinler? AB ile müzakerelere başlayan her hükümet oy kaybına uğramış. Siyaseten mantıklı olan da 2007'ye kadar ağırdan alıp seçimleri kazanmaya çalışmak değil mi?" diyorum. Ancak karşımdaki yetkilinin panik duygusu daha da artıyor: "Öyle birkaç yıl ağırdan almak mümkün olmayabilir. Limanlar konusunda bir şeyler yapılmazsa 2006'da kriz çıkabilir. Zaten 2006 sonunda da yeni bir İlerleme Raporu var." Yani o yılın sonunda ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalabiliriz. Peki hükümetin "Avrupa kararlılığı" azaldı mı? Bunu sorduğumda yabancı diplomatların iki ilginç tespiti var. Önce ağız birliğiyle "Abdullah Gül gerçekten kararlı. Şüphemiz yok" diyorlar. Ardından da AİHM'nin başörtüsü kararının AK Parti hükümeti için bir "kırılma noktası" olduğunu hissettiklerini söylüyorlar. Tüm bunlar konuşulurken Ali Babacan'ın adı pek geçmiyor. Babacan'ın son aylarda 10 gün Çin, 10 gün de Başbakan'la Avustralya'ya gitmiş olması Brüksel'de şaşkınlık yaratıyor. Normalde başmüzakerecilerin başını kaldıracak vakti olmaz . İki bakanlığı yürüten hiç yok. Güçlü siyasi şahsiyetler arasından seçilen başmüzakereciler, kapı kapı Avrupa'yı dolaşıp, ülkelerinin çıkarlarını savunurlar...
|