| |
İç düşmanlar (!)
Önce bir fıkra: Alman, İngiliz ve Türk başbakanlarının ortak basın toplantısında gazeteciler bir soru soruyor: Siz ülkenizdeki insanlara kaç para ücret ödüyorsunuz? Önce Alman başbakanı cevap veriyor: "Biz, 4.500 Euro ödüyoruz. 3.000 Euro ile geçiniyorlar. Kalan 1.500 Euro'yu ne yapıyorlar, bilmiyoruz." Sonra İngiliz başbakanı cevaplıyor: "Biz de 4.500 pound veriyoruz. 3.000 pound ile geçiniyorlar. Kalan 1.500 poundu ne yaptıklarını bilmiyoruz."
En son Türk başbakanı çıkıyor kürsüye: "Biz insanlara 380 lira ücret veriyoruz. Geri kalan parayı nereden bulduklarını bilmiyoruz!" Bir Başbakan karikatürü çizdiği için mahkemelik olan Musa Kart'ın son esprisi muhteşemdi: Biri diğerine soruyor: Abi ne olacak halimiz, iş yok, ev yok, aş yok! El cevap: Sabret oğlum. Büyüklerimiz şimdi Türklüğü koruyor. Sıra Türkler'e de gelecek!
Ayşe Teyzeler'in dostu ekonomi yazarımız Güngör Uras, meseleyi kabak gibi koymuş: İşveren 645 lira ödüyor. İşçinin eline 380 lira geçiyor. 265 lirasını da devlet alıyor. Devletin cebe attığı 265 liranın 177 lirası SSK'ya, 15 lirası işsizlik fonuna gidiyor. 70 lirasını da Maliye alıyor, "gelir vergisi" olaraktan! Sanki ortada sahiden bir gelir varmış gibi...
Bu fotoğrafı, şimdi, TCK'nın 301. maddesinin yani "Türklüğü alenen aşağılama" suçunun tartışıldığı günlerde, şöyle de görebilir miyiz acaba: Türkleri, Türkler'den korumaya çalışan devletimizin tespit ettiği asgari ücret, insanları alenen aşağılamak değilse nedir? Türklere hakaret edilemez. Tamam! Ama ben öyle bir ücret tespit ederim ki, geçiminiz için, "rüşvet alabilir, hırsızlık yapabilir, aşevlerinin, ramazan çadırlarının önünde kuyruğa girebilir, torpil veya iş aramak için kapı aşındırabilir, el etek öpebilirsiniz" bunları yapmak serbest!.. Bu işin en hakiki Türkçesi şudur: Eğer Türkler aşağılanacaksa bunu sadece ben yaparım!
Sadece izzet-i nefsimize değil, aklımıza, zekamıza da hakaret var ortada ayrıca. Şükrü Kızılot hocayı dinleyelim: Vakıflar Bankası'nın hünerbaz avukatları, bir kredi kartı borcundan kalmış 1 tek liranın takibi için dava açıyorlar. Davacı banka, 1 lira alacak için "3 milyar 600 milyon lira" faiz talep ediyor. "Çüş" mü dediniz, duyamadım. Evet bu kadar faiz istiyorlar. Dosya, dolaşmadık mahkeme bırakmıyor. Alt mahkeme davayı reddediyor. Üst mahkeme bu kararı onaylıyor. En son Yargıtay da onaylayarak son noktayı koyuyor: "Tedavülde olmayan paranın takibi yapılamaz. Üstelik bu kadar faiz istemek de ne akla, ne hayale ne de hakkaniyete sığar."
Netice-i kelam şudur: Halk içinde en muteber nesne olan güzel devletimiz, asgari ücretle onurumuzu aşağılarken, bankaları da zekamızı aşağılıyor. Sonra neymiş efendim: Türklüğe hakaret etmek yasakmış! Doğrudur, IMF'den para dilenirken, benim gururdan göğsüm kabarıyor. Hazine'miz iç ve dış borç bulmak için takla attıkça da "Türklüğümüz" le gurur duyuyorum. Fakat ikide bir ortaya çıkıp da 10 milyon Türk'ün açlık sınırında yaşadığını söylemiyorlar mı, en çok buna öfkeleniyorum! İç düşman mısınız be kardeşim!..
|