Silahtarağa Elektrik Santralı, çağdaş sanat müzesi ve kültür merkezine dönüşüyor. Projenin mimarı Bilgi Üniversitesi'nin kurucusu Oğuz Özerden, içindeki sanat virüsünü öğrencilere de bulaştırıyor.
Ben sanat okumadım. Çok bilmiyorum ama çok öğreniyorum. Kitaplar okuyorum, daha fazla sergi geziyorum. Müzeleri başka bir gözle dolaşıyorum. Ben amatörce sanata olan ilgimi biraz hayat bilgisiyle karıştırarak bu süreci desteklemeye çalışıyorum." Biraz mı? Doğrusu Bilgi Üniversitesi'nin kurucusu Oğuz Özerden her ne kadar böyle söylese de, onu yakından tanıyanlar, yeni müze ve kültür merkezi için Özerden'in gece gündüz çalıştığını söylüyor. Daha aydınlık bir Türkiye için yapılan girişimlere geçen hafta İstanbul'un Haliç kıyısından bir yenisi daha eklendi. Kültür ve sanatın sadece Türkiye'deki değil dünyadaki yeni adresi olacak kadar iddialı bir proje hazırlandı. Tarihi Silahtarağa Elektrik Santralı'nı müze ve kültür merkezine dönüştüren bu projenin başında ise yukarıda sözünü ettiğim sıradışı bir insan var, Oğuz Özerden. Bu proje, biz Sabah Gazetesi çalışanları için de büyük bir anlam ifade ediyor. Ne de olsa Ciner Grubu bu projeye daha en başından inanandı, inanmakla da kalmadı, kurucu ortak olarak en büyük desteklerden birini verdi. Toplumsal sorumluluk bilincini, attığı bu önemli adımla daha da perçinleyen Ciner Grubu'nu bu projede yalnız bırakmayan bir grup daha var. O da Türkiye'nin özellikle son yıllarda gücünü daha da pekiştiren ve devleşen gruplarından biri olan Doğuş Grubu...
* Siz ve kurucusu olduğunuz Bilgi Üniversitesi'nin öğrencileri yani hepiniz için topluma dönük projeler sanki her şeyin önüne geçiyor, öyle mi? Biz üniversite iyi örnek olsun istiyoruz. Çünkü üniversite değişik şekillerde olabilir. Her üniversite bir konuda çok uzman olabilir. Biz toplumsal konularda, sadece öğrenmek değil, üzerimdeki t-shirt'de de yazdığı gibi, 'Okul için değil hayat için öğrenmeliyiz' mottosuyla gidiyoruz. Bu çok önemli. Okulun öğrencileri okulun ön ayak olduğu projelerden birşeyler kapıyorlar. Okulda böyle topluma açık, duyarlı bir enerji oluşsun istiyoruz. Benim tesadüfen haberim oldu mesela. Halkla ilişkiler öğrencileri kendi kendilerine bir bitirme projesi yapmışlar. Kuştepeli kadınlar için özel bir dispanser yapmışlar. Projelendirmişler. Fon yaratmışlar. İnşaatını gerçekleştirmişler ve şimdi tıkır tıkır çalışıyor. Demek ki biz bu toplumsal sorumluluk virüsünü çocuklarımıza bulaştırmışız ki bu da çok iyi bir şey. Başka şeyler de yaptık. Taksim'de Dolapdere kampusümüzü yapmadan önce bir sanat galerimiz vardı. Mütevazı bir galeriydi, bizim sanatla biraz daha yakınlaşmamıza vesile olmuştu ve Türkiye'de ilk defa 24 saat açık bir galeriydi. Mesela orada çok büyük bir Erol Akyavaş sergisi yaptık. O da bize giderek sanat virüsünü bulaştırmaya başladı. İlginç bir sergiydi. Sonra Diyarbakır Sanat Merkezi'yle Anadolu'ya açıldık. Osman Kavala'nın çabalarıyla gelişen Anadolu Kültür'ün çalışmaları bize bu kez Anadolu virüsünü bulaştırdı. Diyarbakır Sanat Merkezi'nin kuruluşunda Bilgi Üniversitesi'nin çok katkısı oldu. Aslında bizim yeni projemiz Santralİstanbul'un çok daha minyatürü diyebiliriz. Sonra Bilgi Üniversitesi'nin girişimiyle Kars'ta bir proje yaptık. Bu işler hep sinerjiyle oluyor. Yani herhangi bir kurum tek başına bir işi yapmaya çalışsa, bir şeyler yapabilir ama farklı grupların enerjileri bir araya gelince müthiş bir sinerji oluyor. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan Hocamızın desteğiyle Kars'ta bir ilköğretim okulu projesi gerçekleştirdik.
* İstanbul'un göbeğinde adeta kurtarılmış bir bölge gibi duran ve 20 yıldır kapısı açılmayan tarihi bir santralde sizi müze yapmaya iten daha önceki girişimleriniz mi yani? Neyi gördük biliyor musunuz? Biz küçücük bir dokunuşla Kars'ta çok şey değiştiğini gördük. Mucizeler yaratıyor oradaki çocuklar. Bir yıl içinde imkân verilince, İstanbul'daki kolej öğrencileri kadar başarılı oldular. Liseyedevam eden kızların oranı arttı. Parasız yatılı okulları kazandılar. Bizim gücümüz bir sanat merkezine, bir yatılı ilköğretim okuluna yetti. Ama bütün bunlar bizi biraz heveslendirdi, umut verdi. İyi bir şey yapılabileceğini gördük. Bir anda kafamızdaki çağdaş sanat müzesi projesi de, -Silahtarağa Elektrik Santrali'ni da yine bir tesadüf sonucu keşfedince büyüdü.
* Santralde üretim 1984 yılında durmuş ve o günden sonra da kimse kapısını açmamış, öyle mi? Ne yazık ki 20 yıldır öyle bomboş duruyormuş. 1911 yılında kurulmuş. İçeride hem Ulusal Mimarlık Dönemi'ne ait binalar hem de endüstri yapıları var. Kocaman hangarlar ve yemyeşil bahçe var. Haliç'e kıyısı var. Lojmanlar var. Bizim de hayalimiz geniştir. Çok şey hayal ettik. Şimdi uygulayacağız.
* Projeyi sizden biraz daha ayrıntılı dinleyebilir miyiz? Çağdaş Sanat Müzesi ve Enerji Müzesi yapacağız. Elektriğin üretiminin hikayesini anlatacağız. Orası bir santral elektrik üretiyor. Biz santral ismini müzemize koyduk, çünkü artık kültür ve sanat üretip dağıtacak. Bir yaşam biçimi, dünyaya farklı bir gözle bakmak, eğitimi yorumlamak yani işte Silahtarağa, bize orada küçük bir dünya kurma hayalini sağladı. Nasıl ki üniversite bir deney ortamıdır. Bizim santralda yapmaya çalışacağımız sanat-kültür olayı da son derece deneysel olacak. Farklı tecrübeleri bir araya getirecek. Han Tümertekin, Nevzat Sayın ve Emre Arolat projenin mimari çalışmalarını yürütüyor. Bilgi olarak küçük bir koleksiyon başlangıcımız var. 1950'den bu yana Türk sanatıyla ilgileniyoruz. Resim müzemiz bununla başlayacak. Ama biz etrafımızdaki ülkelerin sanatıyla da ilgileniyoruz. Büyük bir kütüphane kuracağız. Konser salonları, Açıkhava tiyatrosu, kafe-restoranlar da yer alacak. Danışma Kurulumuzda Fransa'nın efsanevi Kültür Bakanı Jack Lang ve dünyaca ünlü müze Guggenheim'ın Onursal Başkanı Thomas Messer var.