|
|
|
|
|
|
Reha Muhtar: İşte o çok merak edilen Mikla...
Bütün sosyete iki aydır ondan söz ediyor. Rezervasyonlar en az bir hafta önceden yapılıyor. Haftalar sonrasına yer bulamayan da var... İstanbul sosyetesi birbirine "Mikla'ya gittin mi?" diye soruyor, "Çok güzelmiş" diyerek nabız yokluyor... Bazıları hiç sevmiyor koca koca tabakların ortasında gelen yemekleri, az buluyor; "Bunlar yemeklik değil tadımlık" diyor "Esas yemek arkadan mı gelecek?" diye ironi yapıp alay ediyor... Oysa ağırlıklı kesim, Mikla'yı tutmuş görünüyor. Bu sezon için 'gidilecek yerler' listesinin en başına adını yazmış görünüyor... Ünlü mekanların ünlü mimarı Mahmut Anlar yapmış Mikla'nın dekorasyonunu... Yerler mermer... Loş bir ortam... Işıklandırma müthiş orijinal... Benim gibi bir yengeç burcu için, ortamın loşluğu mükemmel... Hava, ateş ve toprak burçlarından olanlara biraz karanlık gelebilir. Oysa ışıklandırma mekana uygun, çünkü bu ışıklandırma İstanbul'un gece ışıklarını ön plana çıkartıyor. Restoranın her tarafı, çepeçevre ışıl ışıl parlayan lacivert bir İstanbul gecesine bakıyor... Parliament sigara reklamının İstanbul versiyonu gibi bir tablo var. Varolan duvarlar da yıkılmış... Camların arkasından İstanbul'u seyrediyorsunuz. Mikla'nın sahibi, Mehmet Gürs isimli Amerika'da aşçılık eğitimi alan bir tür virtüöz... Önce Nişantaşı'ında, sonra da Nupera'da yaptığı mekanlar ses getirince, böylesine creme de la cereme bir yeri açmaya cesaret ediyor... İstanbul Tepebaşı Marmara'nın üstündeki lokasyon; Nupera, Cahide 15 ve Wanna gibi yeni in mekanların yanıbaşında olduğundan, uygun... Buraya gelmeden; gelenlerin ya da gelemeyenlerin iki eleştirisini aklımda tutmuştum... Yemekler güzeldi... Ama kocaman tabaklarda küçücük geiliyordu... Yemeklik değil... Tadımlıktı... Yediğin yemeği ağız tadıyla yesen de, gırtlak tadıyla yiyemiyordun... Öyle mi?.. Hayır öyle sanılıyor... Mikla'da yemekler, insan davranışlarını inceleyen davranışbilimciler için mükemmel bir deney yeri... Restoranda yemekler, diktörtgen biçiminde, çok geniş tabaklarda geliyor... Beyaz tabağın ortasındaki yemek küçük kalıyor... Hani derler ya... Önce göz doymalı... İşte o göz doymuyor... Side order'ları da başka bir servisle getirdiklerinden, gönül doysa da göz doymuyor... Göz doymayınca, sanki aç kalmış hissine kapılıyorsunuz... Oysa porsiyonlar kesinlikle, başka lokantalardakinden daha az değil... Davranışbilimciler, bu servisle normal bir insana, diğer restorandakilerin iki katı yemek yedirebilirler. Ama Mikla'ya gelenler iki katı falan yemiyorlar... Onların her biri zaten az ve kaliteli yemek akımının gönüllü birer temsilcisi... Mikla zaten kaliteye ve kaliteli olmak isteyene oynuyor... Geri kalanı tamamen dışlıyor! Onun için Mikla'ya gelenlerin ve gelemeyenlerin ikinci serzenişi hayat buluyor: Yer bulunmuyor... Günler öncesinden ayırtmak gerekiyor... Çok yanlış değil... Kolay kolay yer bulunacak bir ortam yok Mikla'da... Hani 6 haftalık restoranın öyle bir havası var ki, "Sen gelsen de olur gelmesen de... Ben zaten özelim..." Ortalama bir insanın gerileceği ve stres yapacağı bir ortam var Mikla'da... Sanki bir tür seçkinler kulübünün restoranı Mikla... Dışarıdakine göz kırpmıyor... 'Benim müşterim' belli diyor... Ortalamaya kayıtsız kalıyor... Müşteri, oraya geldiğinde herkesten farklı olduğuna inanıyor, inandırılıyor... Mekanlar ve markalar statü oluşturur ya da statü atlatır insanlara... Mikla, statü oluşturan ve statü atlatan bir mekan... İstanbul'a tepeden bakarken, dünyaya da tepeden bakanların mekanı Mikla... Ayaklar altındaki İstanbul'u seyrederken, dünyanın ayakları altında olmasını arzulayan hayatların mekanı Mikla...
|
|
|
|
|
|
|
|
|