|
|
|
|
|
Çok geç olmadan bu sese kulak verin
|
|
Topluma bir köşesinden tutunmanın eskisi kadar kolay olmaması 'yeni yoksulları' ortaya çıkarıyor. Sadece kadınların gündelik becerilerine dayalı bir yaşam savaşına hapsolmuş aileler bunlar Hazine arsasını 25 milyara satarak para kazanmak, okulun dışında sokaklarda hayat aramak, çalışınca asgari ücret düzeyinden bir parmak yukarı çıkamamak, bu sabahki kısa gezinin büyük fotoğrafını oluşturuyor.
Pastırma yazından çalınmış bir öğlen vakti Güngör'ün arzuladığı nitelikte fotoğraflar çekmek için yeniden Gazi Mahallesi'ne dönüyoruz. Kaybolmuş sokaklardan birinde arabadan indiğimizde, gözüme orta büyüklükte bir ilan ilişiyor. 350 metrekarelik, bahçeli bir ev satılık... Altında da bir cep telefonu... İskan izni olmayan bir alanda "satılık ev" ilgimi çekiyor. Numarayı çeviriyorum, fiyat 25 milyar lira... "Son fiyat mı?" diye soruyorum... Yüz yüze gelirsek bir indirim daha olabilirmiş... Daha sonra mahalleli kadınlarla sohbet ederken, bu satılık ev konusunu açıyorum... Gülüyorlar... Hazine'nin toprağını satmayı başaran bir ticari girişimin niteliğine güldüklerini düşünüyorum...
OKUL SIKICI MI? Köşeden üstünde beyaz fanilası, uzun boyu, elini ayağını nereye koyacağını bilemeyen ergenlik döneminin sinyalleriyle Deniz görünüveriyor. Yataktan çıkıp bakkala ekmek almaya gidiyor gibi bir hali var. Sohbete de meraklı değil. Bu sene okulu bırakmış. "Ne yapacaksın?" diyorum... Dünyanın en sakin sesiyle cevaplıyor: - Gezeceğim... Ama biraz deşince, okulun ona çok sıkıcı gelen atmosferinde hayalini kurduğu "gezmenin" gerçekleşmeyeceğine yavaş yavaş kanaat getirir gibi olduğu seziliyor. "Belki seneye yeniden okula dönerim" bile diyor... Onbeş yaşındaki Deniz'le konuşmamızdan şunu anlıyorum, okul sıkıcı ama gündüzleri mahalle okuldan da sıkıcı.
ÜRETİMDEN KOPMAK 24 yaşında, tipik yüzüyle Hatice Türksel'i burada tanıyoruz... Oto tamircisi eşinin hafif kıskanç olduğunu sezinlediğimiz gencecik ve çok güzel bir kız olan Nisa'yı burada tanıyoruz. Otuz yıl önce Sivas Kangal'dan gelmiş ve burada kocasını beyin kanamasından kaybetmiş, dört çocuklu Hatice Türk'ü burada tanıyoruz. Kimisi buradaki gecekondularda kirada. Kiralar yüz ile iki yüz milyon lira arasında değişiyor. Genç Hatice'nin kocası yıllardır çalışıyor, maaşı ise dört yüz milyon. En büyük derdi gecekondunun akıp duran damını onaracak parayı bulamamak. Nisa ise kocasının gelirinin çok inişli çıkışlı olduğunu, yazın işlerin tümüyle durduğunu, bazen bebeğine süt almakta zorlandığını anlatıyor. Halbuki kendisi doğma büyüme İstanbullu ve lise mezunu. Hazine arsasını yirmi beş milyara satarak para kazanmak, okulun dışında sokaklarda hayat aramak, çalışınca asgari ücret düzeyinden bir parmak yukarı çıkamamak, bu sabahki kısa gezinin büyük fotoğrafını oluşturuyor. İstanbul'un çevresindeki gençler üretimden çoktan kopmuş. Çalışanlar ise nitelikli bir işgücü oluşturamadıkları için zorlanıyorlar. Toplumsalüretim çarklarının parçası haline gelmedikçe de, buraların artan bunalımını çözmek çok zor.
DEPREM RİSKİ Turgut Özal, 1984 yılında her gecekondunun kente dahil edilerek apartmanlaşmasını sağlayan ve yığınları toplumun parçası haline getiren bir af yasası çıkarmış. Tabii dört kata izin vererek, taşradan göçenlerin arazi rantına ortak olmasını, inşaat sektörü üzerinden parasallaşmanın artmasını sağlamış. Ama alt yapı zorunluluğu getirmemiş. İnşaat kalitesini denetleyen bir standardı mecbur kılmamış. Bugün İstanbul'da deprem riski taşıyan evlerin çok büyük bir kısmını bu imar affından sonra yükselen apartmanlar oluşturuyor. Bugün ise daha nitelikli, daha kapsamlı, işin içine finans kesimini de dahil eden bir süreç var. Kentsel Dönüşüm Projeleri ve Temmuz ayında çıkan 5366 sayılı yasa, varoşlardaki kaçak evlerin dönüşümünü ve buradan elde edilecek rantı daha üst düzeylere taşımayı hedefliyor. Tabii mevcut varoşların, çarpık yapılaşmanın, üst üste yığılmanın giderilmesi kolay değil. İnsanları ikna ederek, onları kaçak olarak yaşam kurdukları bölgelerden başka yerlere taşımak da bir o kadar zor. Hepsi mevcut toprak rantını eskiden olduğu gibi sonuna kadar paylaşmak istemekte...
KENT FONLARI Kentlerin dönüşümü, varoşlardan nitelikli bir çevre çıkarmak, Avrupa Birliği'ndeki kent projelerinin de rahatlıkla devreye sokulacağı bir süreç. AB bu konuda çok birikimli ve ciddi fonlar ayırmış bulunuyor. Kentleri dönüştürürken, bunlardan da yararlanmak mümkün. Kaçak yapılanmayı, yeni çıkan yasa, Toplu Konut ve AB yardımı ile nispeten dindirmek mümkün gözüküyor. Eskiye oranla çok daha büyük boyutlarda finans sektörü inşaata bu derin dönüşüm sürecinde ortak olmaya hazır. Bu ortaya çok daha büyük bir servet çıkaracak. 1984 yılı affındaki gibi uydurma bir binalaşma yerine, çok daha nitelikli bir lüks inşaat anlayışı, herkesin payına düşecek miktarı artıracak. Ama iş bununla biter mi?
GENÇLER GENÇLER İstanbul varoşlarının resmini çeken bir toplumsal araştırma, şöyle bir saptama yapıyor: "Şüphesiz gecekonduların bulunduğu ilçelerdeki bu artışta bir türlü durmayan göç kadar Türkiye'nin değişen toplumsal dinamikleri de etkili. İstanbul'daki varoşların bazıları şehirden kopuk, bazıları zengin semtlerle iç içe. Bazıları da fabrika ve sanayi bölgeleri çevresinde yer alıyor. İşte, suça karışma olayları ekonomik açıdan kontrast tabloların oluştuğu semtlerde artıyor. Varoşlarda yaşayanlar kendilerini, terkettikleri köydeki insanlarla değil de, her gün karşı karşıya geldikleri üst gelir grubuna mensup insanlarla mukayese ediyor. Ne köylü kalabilen, ne de kentli olabilen bu insanların iç dünyalarındaki boşluk ve çelişkiler hırsızlık, gasp, kapkaç gibi suçları tetikliyor." Bu tespit, bundan sonra olacakların temel çerçevesini çiziyor. Eskiden istihdam imkanları daha genişti. Göçen, öncelikle sisteme inşaat aracılığıyla lehimlenirdi. Ayrıca kır ile ilişkiyi kesmez, oradan gelen destek ile nefeslenirdi. Şimdi inşaat sektöründeki teknolojik gelişme emeğe duyulan ihtiyacı azalttı. "Amele" pazarlarının ortadan kalktığı, kalkıp gelinen köyden akan erzağın da eskisi kadar akmadığı daha zor bir dönemdeyiz. Topluma bir köşesinden tutunmanın eskisi kadar kolay olmaması "yeni yoksulları" ortaya çıkarıyor. Sadece kadınların gündelik becerilerine dayalı bir yaşam savaşına hapsolmuş aileler bunlar... Köyden farklı bir yaşam aramayanlar nispeten daha sessiz... Umutları da, talepleri de yok... Olup bitene kader olarak bakıyorlar... Ama üretim sürecinden kopan, toplumsal bir üretim disiplininin ilkeleriyle tanışmamış, okulun istediği yaşama ayak uyduramamış gençler, kestirmeden en üst düzey tüketim peşindeler. Bu arzu ile sefaletin koyuluğubüyük bir bunalım doğruyor. Asıl çok dikkat edilmesi gereken nokta bu... Hazine arazisi üzerinden elde edilecek rantların bile dindiremeyeceği derin bir sancı var oralarda...
NE YAPABİLİRİZ? Varoşları yeniden düzenleyip, buralarda kaçak yaşayanları ev sahibi yamak girişimleri, aynı zamanda bu bölgeleri oturulur birer yerleşim merkezi haline getirmeyi de öngörüyor. Herhalde bu süreci hızlandırmak gerek... İkincisi, buralara yatırımların hızla akmasını, küçük sermayeyle katma değer yaratacak girişmeleri buralarda örgütlemek gerek... Gençleri hızlı bir mesleki eğitimden geçirerek, öncelikli olarak istihdam etmek aciliyeti var. İki yıllık bir meslek eğitimi ile onları üretime, daha da önemlisi hayata kazanmazsak önce suç patlamasıyla sonra da toplumsal bir huzursuzluğun sarsıcılığı ile karşılaşırız. Varoşlara yatırım çekmek için de teşvikler özendirici bir çözüm olabilir... Türkiye'nin yaşam dinamiği oralarda daha hızlı akıyor. Büyük ve pahalı sitelere sığınmak, olup biteni görmezden gelmek, ülkedeki toplumsal çarpıklığa aldırmadan yaşamak çözüm değil. Çünkü zengin siteleri bekleyen özel güvenlikteki gençler de buralardan... Hep birlikte toplumsal tehlikeye dönüşebilecek bu kampanalara kulak vermeliyiz... Suç oranları bunu avaz avaza bağırmakta... Bugünkü atalet yarının faturası olabilir...
|
|
|
|
|
|
|
|
|